Diabet ve Diyet !
Beslenme, diabet tedavisinin başarıya ulaşmasında ve diabetli hastanın bakımında en önemli faktörlerden birisidir.
Diabette Beslenme Tedavisinin Temel Hedefleri ;
· İnsülin veya ağızdan alınan hipoglisemik ilaçlar ve fiziksel aktivite ile kan glukoz düzeyini normale indirmek ve bu düzeyi korumak
Kan lipitlerinin yükselmesini önlemek
Şeker hastalığı nedeni ile oluşabilecek diğer hastalıkları önlemek ve tedavi etmek
Yaşam kalitesini arttırmaktır.
Diabetik diyeti , diyetin temel ilkeleri aynı olsa da kişiye özeldir. Çünkü, her kişinin beslenmesini etkileyen temel özellikler (Boy uzunluğu, vücut ağırlığı, ideal ağırlık, fiziksel aktivite, sosyo-ekonomik düzey, kan şekeri oranı, verilen ilaç ya da insülin tadavisi gibi) birbirinden farklıdır.
Diabet diyeti her hasta için özel olarak bir diyetisyen tarafından hazırlanmalı, bir diabetik de sadece kendisi için özel hazırlanan diyeti uygulamalıdır.
Daha sonra da sıkça söz edeceğimiz besin grupları nelerdir onları tanıyalım ;
· Süt Grubu
Süt, yoğurt, ayran
· Et Grubu
Peynir, yumurta, tavuk, balık, dana eti vb.
· Ekmek Grubu
Tahıllar, kurubaklagiller, kestane, patates vb.
· Sebze Grubu
Domates, marul, taze fasulye, havuç vb.
· Meyve Grubu
Muz, karpuz, üzüm, elma vb.
· Yağ Grubu
Zeytinyağı ve diğer bitkisel sıvı yağlar, zeytin, fındık, fıstık vb.
Diabetikler İçin Temel Beslenme Önerileri Nelerdir ?
1. Enerji Gereksinimi ile İlgili
Eğer diabetik kişinin vücut ağırlığı olması gerekenden fazla ise kilo vermelidir.
Bunu sağlamak için, uzun süreli ve kalıcı bir şekilde kilo vermesi gerekir.
Çok düşük kalorili diyetler, kan glukoz düzeyinin aşırı düşmesine sebep olacağından uygulanmamalıdır.
Her hafta aynı kıyafetle ve aynı saatte tartılarak vücut ağırlığı kontrol edilmelidir.
2. Öğünlerin Düzenlenmesi İle İlgili
Kan glukoz düzeyinin normal sınırlarda tutulması için öğün sıklığı ve sayısı önemlidir. Besinlerin 3 ana 3 ara öğünde tüketilmesi en uygun olanıdır. Böylelikle insülin kullanımı daha dengeli olacak ve insüline olan gereksinme azalacaktır.
3 ana öğünde (sabah, öğle, akşam) mutlaka ekmek, et, sebze grubundan besinler tüketilmelidir. Buna ek olarak meyve ve süt grubu da katılabilir. Özellikle de antidiyabetik ilaç ya da insülin alan hastalar için ara öğünler bu tadavilerin etkisini karşılayacak enerjiyi almak önemli olduğundan gereklidir.
Önerilen besinlerin zamanında ve önerilen miktarlarda yenilmesi gerekir. Böylece kişi, hipoglisemi ya da hiperglisemi gibi komplikasyonlardan korunur.
3. Karbonhidratlar İle İlgili
Enerji oluşumunda kullanılan en önemli besin ögesi karbonhidratlardır. Karbonhidratlar, tüm bitkisel kaynaklı besinlerde ve hayvansal kaynaklı besinlerden de süt ve bazı süt ürünlerinde bulunur. Hepsi yapılarına göre farklılıklar gösterir.
En basit yapılı ve vücutta en çabuk kana karışan karbonhidrat glukozdur. Çay şekeri olarak bilinen sukroz, glukozdan sonra en çabuk kana karışan türdür. Meyvelerde bulunan fruktoz (meyve şekeri) glukoz gibi basit yapılıdır. Meyvenin yapısındaki posa nedeni ile kana geçişi glukoza oranla daha yavaştır. Bulgur, pirinç vb. tahıllar ; nohut, mercimek vb. kurubaklagillerde ve sebzelerde bulunan nişasta ise daha karmaşık yapıdadır, daha yavaş sindirilen dolayısı ile kana en yavaş geçen karbonhidrat türüdür. Bu olumlu özelliklerinden dolayı, karmaşık yapıdaki karbonhidratların diyetle basit karbonhidratlara göre daha fazla tüketilmesi gerekir.
4. Yağlar İle İlgili
Diabetik kişilerin koroner kalp hastalıklara yakalanma riskleri daha fazla olduğundan tüketilen yağ miktarı ve türü önemlidir.
Yağ alımını azaltmak için içersinde et bulunan yemeklere pişirirken yağ eklenmemesi, kızartmalar ve kavurmalar yerine ızgara, fırında pişirme ve haşlamaların tercih edilmesi, salatalara yağ eklenmemesi gereklidir. Salatadan alınacak vitamin ve minerallerin vücutta kullanılması için yemeklerden alınan yağ yeterlidir.
Yemekleri hazırlarken margarin, tereyağ yerine zeytinyağı ve diğer sıvı yağlar(mısır özü, ayçiçek yağı, soya yağı gibi) tercih edilmelidir.
Kırmızı et yerine beyaz et tercih edilmeli, eğer kırmızı et tercih edilecekse yağsız kısımları alınmalıdır.
Kolesterolu yoğun besinler fazla tüketilmemelidir. Kolesterolün yoğun olarak bulunduğu besinler : yumurta, sakatatlar, tereyağı, yağlı peynirler ve kırmızı ettir. Haftada 2 yumurtadan fazlası yenilmemelidir.
5. Posa İle İlgili
Tüketilen besinler posa yönünden yeterli olmalıdır.
Özellikle suda çözülebilir posa olarak adlandırılan meyve, sebze, kurubaklagiller, yulaf kan glukoz düzeyini daha çok düşürdüğü için tercih edilmelidir.
Pirinç yerine bulgur, çorba yerine aynı besine ait meyveler kabuklu tüketilmelidir.
Besinler un formundan çok taneli tüketilmelidir.
6. Vitamin ve Minerallerle İlgili
Özellikle E, C ve B grubu vitaminler ile Selenyum, Çinko ve Krom minerallerinin diabetikler için olumlu etkileri vardır.
Hergün taze sebze ve meyve, tahı ve et grubundan tüketilirse yetersizlik oluşmaz. Özellikle her öğünde C vitamin kaynağı besinlerin alınması gereklidir. Kromun yeterli alınabilmesi için de mayalanmadan yapılan yufka yerine mayalı ekmek tüketilmelidir.
B grubu vitaminler preparat olarak alınması önerilir.
Vitamin ve Minerallerin Zengin Olarak Bulunduğu Besinler
E vitamini : Yeşil yapraklı bitkiler, yağlı tohumlar ve bunlardan elde edilen yağlar, fındık ve fıstık gibi sert kabuklu meyveler, tahıl taneleri ve kurubaklagiller
C vitamin : Yeşil sebzeler, kuşburnu, turunçgiller, çilek, domates
Selenyum : Deniz ürünleri, böbrek, yürek ve diğer etler
Çinko : Karaciğer, badem içi, ceviz, buğday, bulgur
Krom : Sakatatlar, saflaştırılmamış tahıl ürünleri ve baharat
Diabetik Bir Kişinin Tüketmemesi Gereken Besinler Nelerdir?
- Şeker ve şekerli tatlılar(reçel, bal, pekmez, çikolata, kurabiye, kek ve pastalar)
- Tereyağı, margarin, iç yağı, kaymak, krema
- Salam, sosis, sucuk, pastırma
- Sakatatlar(karaciğer, beyin, dalak, işkembe vb.)
- Kızartılmış ve kavrulmuş besinler
- İçeriğini bilmediğiniz hazır gıdalar
29 Temmuz 2010 Perşembe
Sigarayi Biraktirma Programi
Sigarayı hiç zorlanmadan kolayca azaltmak, ve bırakabilecek bir seviyeye gelmek için yapılmış ve denenmiş bir programdır.
İnternetten masaüstüne indirdikten sonra fare ile çift tıklayarak çalıştırınız. Soldaki pencere açılacaktır.
Bu pencerede, periyod bölümüne kaç dakikada bir sigara içiyorsanız, biraz daha az olarak yazabilirsiniz. Mesela, 25 dakikada bir sigara içiyorsanız, 20 yazabilirsiniz. Daha sık sigara içecekmiş gibi... Bu rakam sizin için en aşırı sigara içme zamanınızdır.
Başla butonuna bastığınızda süre geriye işleyerek 20 dakika sonra bir sinyal sesi verir.
En kritik ve vazgeçilmez olan şart: bu sinyali duymadan sigara içmemeniz ve bu sinyali duyunca mutlaka sigara içmenizdir.
Beyninizi bu sinyal sesine zamanla şartlandıracaksınız. Başla butonuna bastığınızda soldaki pencere küçülüp, aşağıya gider. Sağdaki hale gelir.
Çift tıkladığınızda ise soldaki pencere açılır. Pencerenin altındaki rakamlar, Başla butonuna basmadan saati gösterdiği halde, Başla butonuna basıldığında kalan dakikaları ve saniyeleri gösterir.
İstediğiniz zaman durdurabilirsiniz. Ama bu durdurmayı bahane ederek sinyalden önce sigara içmemelisiniz. Durdur butonuna bastığınızda bu butonun üzerinde Başla yazar ve süre yeniden başlar.
Sinyal verdiğinde, yani süre dolduğunda, yeni bir buton daha belirir. Eğer hemen içip, butona basabildiyseniz, ikisi de aynı işi yapar. Ama canınız sigara içmek istemediği için biraz zaman geçtiyse, Arttır butonuna bastığınızda geçen süre kadar bir zamanı otomatik olarak periyoda ilave eder.
Demek ki dediğiniz kadar sık sigara içmek istemiyormuşsunuz diye karar verir. Sigara içmek istemediğinizden değil de, başka sebeplerle içemediğinizden dolayı süre geçtiyse, başlat butonuna basarak, süreyi arttırmadan yeniden başlatabilirsiniz. Pencerenin altındaki rakamlar bu durumda geçen süreyi gösterir. Razıysanız Arttır butonuna basın.
Burada maksat; süreyi gitgide uzatmak olduğundan, dürüst davranın ve içmeden durabildiğiniz kadar durun ve sonra Arttır butonuna basın. Ancak ilk başlarda mutlaka sinyal sesinden sonra zorla için, fakat içmemekte değil, içmekte zorlanıyorsanız, yani istemeyerek içiyorsanız, önce Durdur butonuna basarak süreyi durdurun. Sonra periyodu kendiniz daha fazla yazarak Başla butonuna basın.
Ertesi gün kaldığınız süreden başlar, unutmaz.
Sinyal sesine şartlanma, yaklaşık 40 gün sürer. Bu süre sonunda sinyali duymadığınız zamanlar canınız sigara içmek istemez. Bu durumda, kendiniz çeşitli sebeplerle periyodu uzatabilirsiniz. Mesela kanser yaptığını konuşup, canınız sıkıldığında veya nefes darlığı çekerken şikayet ettiğinizde...
Ancak sakın süreyi onda birinden fazla arttırmayın. Yani 70 dakikaya çıktıysanız bunu en fazla 77 dakika yapın daha fazlası nikotin ihtiyacından dolayı p***eyi baltalar. Zamanla 3-4 saate kadar çıkacaksınız. Acele etmeyin. Bu p***eye geçen sene başladığınızı ve bu sene günde 5 sigaradan az içtiğinizi düşünün. Ne kadar iyi olacaktı değil mi...
Fırsat kaçmadı. Önümüzdeki sene pişman olmamak için bu gün iyi bir işe başlayın ve uygulayın.
İnternetten masaüstüne indirdikten sonra fare ile çift tıklayarak çalıştırınız. Soldaki pencere açılacaktır.
Bu pencerede, periyod bölümüne kaç dakikada bir sigara içiyorsanız, biraz daha az olarak yazabilirsiniz. Mesela, 25 dakikada bir sigara içiyorsanız, 20 yazabilirsiniz. Daha sık sigara içecekmiş gibi... Bu rakam sizin için en aşırı sigara içme zamanınızdır.
Başla butonuna bastığınızda süre geriye işleyerek 20 dakika sonra bir sinyal sesi verir.
En kritik ve vazgeçilmez olan şart: bu sinyali duymadan sigara içmemeniz ve bu sinyali duyunca mutlaka sigara içmenizdir.
Beyninizi bu sinyal sesine zamanla şartlandıracaksınız. Başla butonuna bastığınızda soldaki pencere küçülüp, aşağıya gider. Sağdaki hale gelir.
Çift tıkladığınızda ise soldaki pencere açılır. Pencerenin altındaki rakamlar, Başla butonuna basmadan saati gösterdiği halde, Başla butonuna basıldığında kalan dakikaları ve saniyeleri gösterir.
İstediğiniz zaman durdurabilirsiniz. Ama bu durdurmayı bahane ederek sinyalden önce sigara içmemelisiniz. Durdur butonuna bastığınızda bu butonun üzerinde Başla yazar ve süre yeniden başlar.
Sinyal verdiğinde, yani süre dolduğunda, yeni bir buton daha belirir. Eğer hemen içip, butona basabildiyseniz, ikisi de aynı işi yapar. Ama canınız sigara içmek istemediği için biraz zaman geçtiyse, Arttır butonuna bastığınızda geçen süre kadar bir zamanı otomatik olarak periyoda ilave eder.
Demek ki dediğiniz kadar sık sigara içmek istemiyormuşsunuz diye karar verir. Sigara içmek istemediğinizden değil de, başka sebeplerle içemediğinizden dolayı süre geçtiyse, başlat butonuna basarak, süreyi arttırmadan yeniden başlatabilirsiniz. Pencerenin altındaki rakamlar bu durumda geçen süreyi gösterir. Razıysanız Arttır butonuna basın.
Burada maksat; süreyi gitgide uzatmak olduğundan, dürüst davranın ve içmeden durabildiğiniz kadar durun ve sonra Arttır butonuna basın. Ancak ilk başlarda mutlaka sinyal sesinden sonra zorla için, fakat içmemekte değil, içmekte zorlanıyorsanız, yani istemeyerek içiyorsanız, önce Durdur butonuna basarak süreyi durdurun. Sonra periyodu kendiniz daha fazla yazarak Başla butonuna basın.
Ertesi gün kaldığınız süreden başlar, unutmaz.
Sinyal sesine şartlanma, yaklaşık 40 gün sürer. Bu süre sonunda sinyali duymadığınız zamanlar canınız sigara içmek istemez. Bu durumda, kendiniz çeşitli sebeplerle periyodu uzatabilirsiniz. Mesela kanser yaptığını konuşup, canınız sıkıldığında veya nefes darlığı çekerken şikayet ettiğinizde...
Ancak sakın süreyi onda birinden fazla arttırmayın. Yani 70 dakikaya çıktıysanız bunu en fazla 77 dakika yapın daha fazlası nikotin ihtiyacından dolayı p***eyi baltalar. Zamanla 3-4 saate kadar çıkacaksınız. Acele etmeyin. Bu p***eye geçen sene başladığınızı ve bu sene günde 5 sigaradan az içtiğinizi düşünün. Ne kadar iyi olacaktı değil mi...
Fırsat kaçmadı. Önümüzdeki sene pişman olmamak için bu gün iyi bir işe başlayın ve uygulayın.
sigara içenlere
Sağlık Bakanlığı tarafından düzenlenen ödüllü "Sigara Bırakma Kampanyası" başladı. Bakanlık, bu yıl ki büyük ödülü 6 bin YTL olarak belirledi.
Bakanlık, tütün ve tütün mamullerinin zararları hakkında toplumu bilinçlendirmek ve sigarayı bırakmalarına yardımcı olmak üzere, Dünya Sağlık Örgütü ve Finlandiya Halk Sağlığı Enstitüsü ile işbirliği içerisinde 2 yılda bir 1-28 Mayıs tarihleri arasında Sigara Bırakma Kampanyası düzenliyor. 2002 yılında düzenlenen kampanyaya, 10 bini sağlık personeli olmak üzere 98 bin 845 kişi, 2004 yılında ise toplam 59 bin 909 kişi katıldı. Sigara bırakma konusunda en etkili yöntem olan Sigara Bırakma Kampanyaları, Türkiye'de de istenilen hedefe ulaştı. Bırak-Kazan 2002 kampanyasına katılanların yüzde 86.4'ü kampanyanın sigarayı bırakmalarına yardımcı olduğunu , yüzde 73.5'i kampanya boyunca hiç sigara içmediğini, yüzde 44,7'si ise kampanyadan sonraki bir yıl boyunca hiç sigara içmediğini belirtti. Bu verilere göre Bırak-Kazan 2002 kampanyası ile 44 bin 183 kişinin bir yıl, 72 bin 651 kişinin ise bir ay boyunca sigara içmemesi sağlandı. Bırak-Kazan kampanyaları 1994 yılından beri Dünya Sağlık Örgütü tarafından dünya genelinde yapılıyor. Kampanya, bu yıl 1-28 Mayıs 2004 tarihleri arasında düzenlenecek. 1994 yılında kampanyaya 13 ülkeden 60 bin kişi, 1996 yılında 25 ülkeden 70 bin kişi, 1998 yılında 48 ülkeden 200 bin kişi, 2000 yılında 69 ülkeden 420 bin kişi, 2002 yılında 76 ülkeden 670 bin kişi ve 2004 yılında ise 71 ülkeden 700 bin kişi katıldı. İki yılda bir düzenlenen Bırak-Kazan kampanyasına bu yıl 100 ülkeden bir milyon kişinin katılması hedefleniyor.
BIRAK-KAZAN KAMPANYASININ KURALLARI
"- Kampanya 1 Mayıs 2006'da başlayacak ve 28 Mayıs 2006'da sona erecek, kişilerin 4 hafta süreyle sigara içmemeleri gerekiyor.
- Kampanyaya en az bir yıldır sigara içen ve 18 yaşını doldurmuş herkes katılabilir.
- Katılımcıların 1 Mayıs 2006 tarihinden önce katılım formunu doldurup, kampanya merkezine ulaştırmaları gerekiyor.
- Formlar 3 Nisan 2006 tarihinden itibaren il sağlık müdürlükleri, hastaneler, sağlık ocakları, verem savaş dispanserleri ve ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinden temin edilebilir.
- Bırakma gününden itibaren 4 hafta süreyle sigara içmeyenler veya tütün ürünlerini kullanmayanlar arasından kura ile belirlenen 1 kişi, ödül (6 bin YTL) almaya hak kazanacak. Kazanan katılımcılar arasında kura çekilecek. Kuradan hemen sonra kazanan kişi ile temasa geçilecek ve sigara içip içmediği şahitlerce ve kimyasal analizlerle teyit edilecek.
- Kurayı kazanan kişide idrarda kotinin testi yapılacak.
- Bu süre zarfında nikotin replasman tedavisi görenlerde test pozitif çıkacağından CO testi uygulanacak.
- Kendi ülkesinde kurayı kazanan ve dört hafta süreyle sigara içmediği saptanan kişi ülke ödülünü alır.
- Türkiye ödülü 6 bin YTL olacak.
- Ülke ödülünü alan kişi, 2.500 dolarlık Avrupa ödülü ile 10 bin dolarlık uluslararası büyük ödül kurasına katılmaya hak kazanacak
Bakanlık, tütün ve tütün mamullerinin zararları hakkında toplumu bilinçlendirmek ve sigarayı bırakmalarına yardımcı olmak üzere, Dünya Sağlık Örgütü ve Finlandiya Halk Sağlığı Enstitüsü ile işbirliği içerisinde 2 yılda bir 1-28 Mayıs tarihleri arasında Sigara Bırakma Kampanyası düzenliyor. 2002 yılında düzenlenen kampanyaya, 10 bini sağlık personeli olmak üzere 98 bin 845 kişi, 2004 yılında ise toplam 59 bin 909 kişi katıldı. Sigara bırakma konusunda en etkili yöntem olan Sigara Bırakma Kampanyaları, Türkiye'de de istenilen hedefe ulaştı. Bırak-Kazan 2002 kampanyasına katılanların yüzde 86.4'ü kampanyanın sigarayı bırakmalarına yardımcı olduğunu , yüzde 73.5'i kampanya boyunca hiç sigara içmediğini, yüzde 44,7'si ise kampanyadan sonraki bir yıl boyunca hiç sigara içmediğini belirtti. Bu verilere göre Bırak-Kazan 2002 kampanyası ile 44 bin 183 kişinin bir yıl, 72 bin 651 kişinin ise bir ay boyunca sigara içmemesi sağlandı. Bırak-Kazan kampanyaları 1994 yılından beri Dünya Sağlık Örgütü tarafından dünya genelinde yapılıyor. Kampanya, bu yıl 1-28 Mayıs 2004 tarihleri arasında düzenlenecek. 1994 yılında kampanyaya 13 ülkeden 60 bin kişi, 1996 yılında 25 ülkeden 70 bin kişi, 1998 yılında 48 ülkeden 200 bin kişi, 2000 yılında 69 ülkeden 420 bin kişi, 2002 yılında 76 ülkeden 670 bin kişi ve 2004 yılında ise 71 ülkeden 700 bin kişi katıldı. İki yılda bir düzenlenen Bırak-Kazan kampanyasına bu yıl 100 ülkeden bir milyon kişinin katılması hedefleniyor.
BIRAK-KAZAN KAMPANYASININ KURALLARI
"- Kampanya 1 Mayıs 2006'da başlayacak ve 28 Mayıs 2006'da sona erecek, kişilerin 4 hafta süreyle sigara içmemeleri gerekiyor.
- Kampanyaya en az bir yıldır sigara içen ve 18 yaşını doldurmuş herkes katılabilir.
- Katılımcıların 1 Mayıs 2006 tarihinden önce katılım formunu doldurup, kampanya merkezine ulaştırmaları gerekiyor.
- Formlar 3 Nisan 2006 tarihinden itibaren il sağlık müdürlükleri, hastaneler, sağlık ocakları, verem savaş dispanserleri ve ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinden temin edilebilir.
- Bırakma gününden itibaren 4 hafta süreyle sigara içmeyenler veya tütün ürünlerini kullanmayanlar arasından kura ile belirlenen 1 kişi, ödül (6 bin YTL) almaya hak kazanacak. Kazanan katılımcılar arasında kura çekilecek. Kuradan hemen sonra kazanan kişi ile temasa geçilecek ve sigara içip içmediği şahitlerce ve kimyasal analizlerle teyit edilecek.
- Kurayı kazanan kişide idrarda kotinin testi yapılacak.
- Bu süre zarfında nikotin replasman tedavisi görenlerde test pozitif çıkacağından CO testi uygulanacak.
- Kendi ülkesinde kurayı kazanan ve dört hafta süreyle sigara içmediği saptanan kişi ülke ödülünü alır.
- Türkiye ödülü 6 bin YTL olacak.
- Ülke ödülünü alan kişi, 2.500 dolarlık Avrupa ödülü ile 10 bin dolarlık uluslararası büyük ödül kurasına katılmaya hak kazanacak
Kalori Yakmanın Kolay Yolları
Bir an önce forma girmek istiyorsanız, aşağıdaki küçük tüyoları dikkatlice okuyun. Çünkü bu öneriler sayesinde yaptığınız aktivite ne olursa olsun daha hızlı yağ yakabilir, istediğiniz gibi formda bir vücuda sahip olabilirsiniz. Canlanın. Günlük işlerinizi yaparken hareketli olun ve gideceğiniz yerlere mümkün olduğu kadar yürüyerek gidin. Örneğin kuru temizlemeciye giderken canlı ve hızlı bir tempoyla 30 dakika yürüdüğünüz zaman yaklaşık 120 kalori yakabilirsiniz. Bu, araba kullanmakla yakacağınız kalori miktarının tam iki katına eşittir. Çok yağ yaktıran kaslarınızı çalıştırın. Ne kadar çok kasınız çalışırsa, yaktığınız kalori miktarı o kadar çok demektir, sadece oturuyor olsanız bile. Eğer amacını yağlarınızdan kurtulmaksa, en çok yağ yakmanızı sağlayacak kaslarınızı çalıştırmanız gerekiyor ki; bunlar baldır, kalça ve göğüs kaslarınızdır.
Sık sık hareket edin.
Yapılan araştırmalar kendiliğinden gerçekleşen fiziksel aktivitelerin de kalori harcamanızı sağladığını gösteriyor. Örneğin ayak uçlarını yere vurmak ve elleri hareket ettirmek günde ekstradan 800 kalori yakmanızı sağlıyor.
Aktif olun.
Pasif misyoner pozisyonundan vazgeçin. Şehvetli bir sevişme dakikada 4,5 kalori yakmanızı sağlar.
Gücünüzü arttırın.
Aerobik çalışmanızda daha fazla kalori yakmak için ya yaptığınız egzersizin şiddetini ya da hızınızı arttırın. Örneğin koşu bandında çalışıyorsanız, yokuş çıkmak 50 kalori daha fazla yakmanızı sağlayacaktır.
Müzik dinleyin.
Müzik dinlemek, spor yaparken çok motive edici bir etkendir. Yapılan araştırmalar, müzikle egzersiz yapanların yüzde 25 daha uzun süre spor yaptıklarını gösteriyor. BU da doğal olarak daha çok kalori yakmanız anlamına geliyor.
Isının ve gevşeyin.
En istekli insanlar bile iş, egzersiz öncesi ve sonrası yapılan 5 – 10 dakikalık ısınma ve gevşeme hareketleri sırasında da kalori yakacağınızı biliyor musunuz? Örneğin yüzmeyle uğraşan biri, bu sırada fazladan 90 kalori yakabilir.
Daha çok yiyin.
Kalorilere, onları yıkmak için ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Eğer uzun süre yemek yemezseniz, vücudunuz açlık alarmı verir ve metabolizmanız daha az kalori harcamak için yavaşlar. Bu yüzden öğün aralarında bir şeyler atıştırmaktan çekinmeyin. Yalnız bu yediklerinizin, salatalık, yoğurt gibi kalorisi düşük besinler olmasına dikkat edin.
Erkeğinize masaj yapın.
Bir saat süren uzun ve keyifli bir masaj yaparak 230 kalori yakabilirsiniz. Üstelik masaj sonrası geçireceğiniz tutkulu bir saat sırasında da 270 kalori yakabilirsiniz. Böylece hem eğlenceli birkaç saat geçirmiş hem de tam 500 kaloriden kurtulmuş olursunuz.
Doğru yöntemi kullanın
yaptığınız egzersiz ne olursa olsun, iyi sonuç almak için doğru bir şekilde yapmalısınız. Örneğin, kardiyo makinesinde kullandığınız teknik zayıfsa, bu harcadığınız kalorinin de az olmasına yol açar. Yapılan en yaygın hatalardan biri de merdiven çıkarken parmaklıklara tutunmaktır. Bu şekilde bacaklarınız yeteri kadar ağırlık taşımaz ve gereken eforu sarfedemezsiniz. Merdiven çıkarken dik durup, parmaklıklardan sadece denge sağlamak için yararlanmanız gerekir.
Duş öncesi egzersiz yapın.
Tuvaletin önünde durup, bir ayağınızı klozet kapağının üzerine koyun ve elinizle lavabodan destek alın. 15 kez oturup, kalkma egzersizi yapın. Daha sonra bacak değiştirip, hareketi tekrarlayın. Tek bacakla yapılan çömelme hareketi, iki bacakla yapılana göre daha çok kas yapar ve bu şekilde güz içinde daha çok kalori yakmış olursunuz.
Periyodik olarak yürüyün.
Sürekli yürüyenler yağ rezervlerini kullanırlar. Eğer sürekli yürümüyorsanız, hızlı tempolu yürüyüşünüz sırasında 5 dakikalık yürüme molası verin.günde sekiz saat yürürseniz, ekstradan 100 kalori yakabilirsiniz.
İkişer ikişer çıkın.
Asansör yerine merdiven kullanmanın kalori yakmaktaki yararı bilinen bir gerçek. Ancak basamakları birer birer yerine ikişer ikişer çıkarsanız, yüzde 55 daha fazla yağ yakmanız mümkün.
Çılgınca öpüşün.
Öpüşmek çok hoş bir kalori yakma yöntemi. Bir de işin içine tüm vücudunuzu katarsanız, yaktığınız kalori miktarı daha da artar.
Hızınızı arttırın.
Kardiyo çalışmalarınıza kısa süreli, turbo çıkışlar eklerseniz daha fazla kalori yakabilirsiniz. Örneğin bisiklete biniyorsanız, 10 kez bu tür çıkışları yapabilirsiniz. Böylece ekstradan 120 kalori yakabilirsiniz. Önce koşu temponuzda 2 dakika koşun. Sonra 1 dakika için hızınızı arttırın. 2 dakika için normal temponuza geri dönün, sonra yeniden hızlanın.Bu şekilde devam edebilirsiniz.
Kendi yemeğinizi kendiniz yapın.
Dışarıdan sipariş etmek yerine kendi yaratıcılığınız kullanmanız da yarar var. Mutfakta geçirdiğiniz bir saat yaklaşık 150 kalori yakmanızı sağlayacaktır. Blender yerine, el mikseri kullanabilirsiniz.
Farklı egzersizler deneyin.
Güçlendirici egzersizler ve kardiyovasküler egzersizi birleştirdiğinizde, normalden iki kat daha fazla kalori yakabilirsiniz. 5 dakika kardiyovasküler egzersizle başlayıp, güç gerektiren egzersize geçebilirler, daha sonra birkaç dakika için tekrar kardiyovasküler agzersiz yapabilirsiniz. Bu şekilde değişiklikler yaparak devam edebilir, 5 dakika kardiyo egzersizle çalışmanızı tamamlayabilirsiniz.
Ev işinden kaçınmayın.
Ne kadar sıkıcı olsa da en azından yakacağınız kalorileri düşünüp, temizlik yapabilirsiniz. Toz almak, yerleri silmek, süpürmek, yatakları toplamakla geçireceğiniz bir saat 200 kalori yakmanızı sağlayabilir.
Benzininizi kendiniz doldurun.
Görevlilerden rica edip, kendi işinizi kendiniz yapabilirsiniz. Böylece 25 kalori yakabilirsiniz.
Günde iki kısa egzersiz yapın.
Sabah ve akşam saatlerinde 20’şer dakikalık iki kısa egzersiz yaparsanız, metabolizmanızın egzersizden sonraki birkaç saat içinde canlı kalmasını sağlarsınız. Bu şekilde taktığınız kalori miktarı da ikiye katlanır.
Susuz kalmayın.
Su ihtiyacını karşılamak, daha uzun süre egzersiz yapmanızı, dolayısıyla kalori yakmanızı sağlar. Egzersiz sırasında vücut ağırlığınızın yüzde1’i oranında su kaybederseniz, daha çabuk yorulup, pes edersiniz.
Aktiflikten vazgeçmeyin.
Erkek arkadaşınızla buluştuğunuzda, size ne yapmak istediğinizi sorarsa, dans etmeye gitmek gibi aktivite seçin. Böylece saatte 180 kalori yakabilirsiniz. Ya da yüzmek, bowling oynamak gibi daha sportif faaliyetleri önerebilirsiniz.
Duruşunuzu düzeltin.
Oturabileceğiniz yerlerde asla yatmayın, ayakta durabileceğiniz yerlerde oturmayın ve dik durmaktan vazgeçmeyin. Çünkü bütün bunlar kaslarınız çalıştıran aktivitelerdir ve kalori yakmanızı sağlar.
En çok yağ yaktıran 5 egzersizi deneyin.
Eğer bütün bu önerilerin hangisini yapacağınız konusunda kararsızsanız, en çok yağ yakmanızı sağlayacak 5 egzersizden birini seçebilirsiniz.
1. Kardiyo kikboks ( saatte yaklaşık 700 kalori )
2. Koşma ( saatte yaklaşık 650 kalori )
3. İp atlama ( saatte yaklaşık 590 kalori )
4. Karate ( saatte yaklaşık 590 kalori )
5. Kayak ( saatte yaklaşık 470 kalori )
Sık sık hareket edin.
Yapılan araştırmalar kendiliğinden gerçekleşen fiziksel aktivitelerin de kalori harcamanızı sağladığını gösteriyor. Örneğin ayak uçlarını yere vurmak ve elleri hareket ettirmek günde ekstradan 800 kalori yakmanızı sağlıyor.
Aktif olun.
Pasif misyoner pozisyonundan vazgeçin. Şehvetli bir sevişme dakikada 4,5 kalori yakmanızı sağlar.
Gücünüzü arttırın.
Aerobik çalışmanızda daha fazla kalori yakmak için ya yaptığınız egzersizin şiddetini ya da hızınızı arttırın. Örneğin koşu bandında çalışıyorsanız, yokuş çıkmak 50 kalori daha fazla yakmanızı sağlayacaktır.
Müzik dinleyin.
Müzik dinlemek, spor yaparken çok motive edici bir etkendir. Yapılan araştırmalar, müzikle egzersiz yapanların yüzde 25 daha uzun süre spor yaptıklarını gösteriyor. BU da doğal olarak daha çok kalori yakmanız anlamına geliyor.
Isının ve gevşeyin.
En istekli insanlar bile iş, egzersiz öncesi ve sonrası yapılan 5 – 10 dakikalık ısınma ve gevşeme hareketleri sırasında da kalori yakacağınızı biliyor musunuz? Örneğin yüzmeyle uğraşan biri, bu sırada fazladan 90 kalori yakabilir.
Daha çok yiyin.
Kalorilere, onları yıkmak için ihtiyacınız olduğunu unutmayın. Eğer uzun süre yemek yemezseniz, vücudunuz açlık alarmı verir ve metabolizmanız daha az kalori harcamak için yavaşlar. Bu yüzden öğün aralarında bir şeyler atıştırmaktan çekinmeyin. Yalnız bu yediklerinizin, salatalık, yoğurt gibi kalorisi düşük besinler olmasına dikkat edin.
Erkeğinize masaj yapın.
Bir saat süren uzun ve keyifli bir masaj yaparak 230 kalori yakabilirsiniz. Üstelik masaj sonrası geçireceğiniz tutkulu bir saat sırasında da 270 kalori yakabilirsiniz. Böylece hem eğlenceli birkaç saat geçirmiş hem de tam 500 kaloriden kurtulmuş olursunuz.
Doğru yöntemi kullanın
yaptığınız egzersiz ne olursa olsun, iyi sonuç almak için doğru bir şekilde yapmalısınız. Örneğin, kardiyo makinesinde kullandığınız teknik zayıfsa, bu harcadığınız kalorinin de az olmasına yol açar. Yapılan en yaygın hatalardan biri de merdiven çıkarken parmaklıklara tutunmaktır. Bu şekilde bacaklarınız yeteri kadar ağırlık taşımaz ve gereken eforu sarfedemezsiniz. Merdiven çıkarken dik durup, parmaklıklardan sadece denge sağlamak için yararlanmanız gerekir.
Duş öncesi egzersiz yapın.
Tuvaletin önünde durup, bir ayağınızı klozet kapağının üzerine koyun ve elinizle lavabodan destek alın. 15 kez oturup, kalkma egzersizi yapın. Daha sonra bacak değiştirip, hareketi tekrarlayın. Tek bacakla yapılan çömelme hareketi, iki bacakla yapılana göre daha çok kas yapar ve bu şekilde güz içinde daha çok kalori yakmış olursunuz.
Periyodik olarak yürüyün.
Sürekli yürüyenler yağ rezervlerini kullanırlar. Eğer sürekli yürümüyorsanız, hızlı tempolu yürüyüşünüz sırasında 5 dakikalık yürüme molası verin.günde sekiz saat yürürseniz, ekstradan 100 kalori yakabilirsiniz.
İkişer ikişer çıkın.
Asansör yerine merdiven kullanmanın kalori yakmaktaki yararı bilinen bir gerçek. Ancak basamakları birer birer yerine ikişer ikişer çıkarsanız, yüzde 55 daha fazla yağ yakmanız mümkün.
Çılgınca öpüşün.
Öpüşmek çok hoş bir kalori yakma yöntemi. Bir de işin içine tüm vücudunuzu katarsanız, yaktığınız kalori miktarı daha da artar.
Hızınızı arttırın.
Kardiyo çalışmalarınıza kısa süreli, turbo çıkışlar eklerseniz daha fazla kalori yakabilirsiniz. Örneğin bisiklete biniyorsanız, 10 kez bu tür çıkışları yapabilirsiniz. Böylece ekstradan 120 kalori yakabilirsiniz. Önce koşu temponuzda 2 dakika koşun. Sonra 1 dakika için hızınızı arttırın. 2 dakika için normal temponuza geri dönün, sonra yeniden hızlanın.Bu şekilde devam edebilirsiniz.
Kendi yemeğinizi kendiniz yapın.
Dışarıdan sipariş etmek yerine kendi yaratıcılığınız kullanmanız da yarar var. Mutfakta geçirdiğiniz bir saat yaklaşık 150 kalori yakmanızı sağlayacaktır. Blender yerine, el mikseri kullanabilirsiniz.
Farklı egzersizler deneyin.
Güçlendirici egzersizler ve kardiyovasküler egzersizi birleştirdiğinizde, normalden iki kat daha fazla kalori yakabilirsiniz. 5 dakika kardiyovasküler egzersizle başlayıp, güç gerektiren egzersize geçebilirler, daha sonra birkaç dakika için tekrar kardiyovasküler agzersiz yapabilirsiniz. Bu şekilde değişiklikler yaparak devam edebilir, 5 dakika kardiyo egzersizle çalışmanızı tamamlayabilirsiniz.
Ev işinden kaçınmayın.
Ne kadar sıkıcı olsa da en azından yakacağınız kalorileri düşünüp, temizlik yapabilirsiniz. Toz almak, yerleri silmek, süpürmek, yatakları toplamakla geçireceğiniz bir saat 200 kalori yakmanızı sağlayabilir.
Benzininizi kendiniz doldurun.
Görevlilerden rica edip, kendi işinizi kendiniz yapabilirsiniz. Böylece 25 kalori yakabilirsiniz.
Günde iki kısa egzersiz yapın.
Sabah ve akşam saatlerinde 20’şer dakikalık iki kısa egzersiz yaparsanız, metabolizmanızın egzersizden sonraki birkaç saat içinde canlı kalmasını sağlarsınız. Bu şekilde taktığınız kalori miktarı da ikiye katlanır.
Susuz kalmayın.
Su ihtiyacını karşılamak, daha uzun süre egzersiz yapmanızı, dolayısıyla kalori yakmanızı sağlar. Egzersiz sırasında vücut ağırlığınızın yüzde1’i oranında su kaybederseniz, daha çabuk yorulup, pes edersiniz.
Aktiflikten vazgeçmeyin.
Erkek arkadaşınızla buluştuğunuzda, size ne yapmak istediğinizi sorarsa, dans etmeye gitmek gibi aktivite seçin. Böylece saatte 180 kalori yakabilirsiniz. Ya da yüzmek, bowling oynamak gibi daha sportif faaliyetleri önerebilirsiniz.
Duruşunuzu düzeltin.
Oturabileceğiniz yerlerde asla yatmayın, ayakta durabileceğiniz yerlerde oturmayın ve dik durmaktan vazgeçmeyin. Çünkü bütün bunlar kaslarınız çalıştıran aktivitelerdir ve kalori yakmanızı sağlar.
En çok yağ yaktıran 5 egzersizi deneyin.
Eğer bütün bu önerilerin hangisini yapacağınız konusunda kararsızsanız, en çok yağ yakmanızı sağlayacak 5 egzersizden birini seçebilirsiniz.
1. Kardiyo kikboks ( saatte yaklaşık 700 kalori )
2. Koşma ( saatte yaklaşık 650 kalori )
3. İp atlama ( saatte yaklaşık 590 kalori )
4. Karate ( saatte yaklaşık 590 kalori )
5. Kayak ( saatte yaklaşık 470 kalori )
Gürültü'nün Sağlık Üzerine Etkisi
Hazırlayan: Dr. Çiğdem Güner
Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD, Araştırma Görevlisi
İnsan ve toplum üzerinde olumsuz etki yapan ve istenmeyen seslere gürültü denir. Gürültü, insanlarda işitme kayıplarının yanı sıra önemli bir stres ajanı olarak psikolojik, sinir ve dolaşım sistemlerini etkileyerek çeşitli hastalıklara yol açmaktadır.
Dünyada ve ülkemizde, meslek hastalıkları arasında en yaygın olanı, gürültü nedenli işitme kayıplarıdır. Gürültü yalnızca işyeri zararlısı değil aynı zamanda da önemli bir çevresel patolojik etkendir. Ülkemizde büyük şehirlerimizin pek çok semtinde yapılan gürültü ölçümlerinde elde edilen değerlerin eşik değerleri geçtiği saptanmıştır.
Sesin iki temel belirleyicisi frekansı ve şiddetidir. Sesin şiddeti doğrudan kulak zarına ulaşan mekanik basınçla ilişkilidir ve desibel (dB) olarak ölçülür. Kulağımız 0-140 dB arası sesleri algılar. 140 dB kulakta ağrı, kulak zarında yırtılma gibi etkiler yapar.
Frekans ise saniyede geçen titreşim sayısıdır ve birimi hertz’dir (Hz). İnsan kulağı 20-20.000 Hz arasındaki sesleri duyar. Bu sınırın altındaki seslere infrasonik, üstündeki seslere de ultrasonik sesler denir. Konuşma sesi aralığı da 500-2000 hz arasında değişir. Uluslararası standartlara göre, işitme sistemine zarar veren gürültü düzeyi 100-10.000 Mhz ve 85 dB düzeyidir. Kişinin sessiz bir ortamda 1,5 metreden günlük konuşmaları anlamakta güçlük çekmeye başladığı sınır gürültü düzeyi olarak kabul edilebilir. Bu sınır 500, 1000 ve 2000 Hz frekanslarda ortalama 25 dB değerine karşılık gelmektedir.
Gürültünün Sağlık Üzerine Etkileri:
1. İşitme duyusu ve yollarında zararlara yol açar.
2. Gürültünün kişilerde huzursuzluk, uykusuzluk, sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu gibi etkileri vardır.
3. Çalışma etkinliğini azaltır, düşünmeyi engelleyebilir. Bellekle ilgili çalışmalar, sözcük öğrenme amacıyla yapılan çalışmalar gürültüden etkilenmektedir. Öğrenme yaşantılarının olumsuz etkilenmesi özellikle okullarda belirgindir. Gürültü bölgelere yakın olan okullarda öğrenme etkinliğini azaltıcı etki yapmaktadır. Okuma, anlama, öğrenme düzeyini azalttığından okul sağlığı açısından da önemli olabilir.
4. Karakter değişikliklerine neden olabilir. Eğilimi olanlarda sorunların ve bunaltıların ağırlaşmasına yol açar. Çabuk sinirlenme ve kızgınlığa yol açar. 5. Aralıklı ve ani gürültü kişide ani adrenalin deşarjı yaratarak kalp atış oranını, solunum sayısını, kan basıncını arttırmakta, dikkat azalması, uyku düzeninde bozulmalara neden olabilmektedir. Ani gürültüde kalp hızı artmakta, gözbebeklerinde dilatasyon olmaktadır.
Gürültüden etkilenmenin boyutu, gürültüye maruz kalma süresi, gürültünün frekansı, şiddeti, kesikli ya da sabit olması ve kişisel özelliklere bağlıdır. Başlangıçtaki etki işitme yorgunluğu olarak tanımlanmaktadır. Sesin şiddeti ve yoğunluğu arttıkça işitme yorgunluğu da artar. 140 dB şiddetinde bir darbe gürültüsü ani ve geri dönüşü olmayan işitme yitimine yol açabilir. Buna akustik travma denir.
Gürültünün belli bir sürede belirli şiddet etkilemesinin ilk sonucu işitme eşiğinin yükselmesidir. Eğer gürültü yeterli şiddet ve sürede etkilememişse işitme eşiğindeki değişim giderek normale inmektedir. Bu olay geçici eşik kayması olarak tanımlanmaktadır. Belli bir süre dinlendikten sonra iyileşebilir. Eğer yeterli şiddet ve sürede etkilenme söz konusu ise bu kez kalıcı eşik kayması ortaya çıkar.
Gürültü düzeyi arttıkça oluşan işitme yitimi ve buna bağlı olarak iyileşme süresi de artmaktadır. İşitme yitiminin düzelebilmesi için etkilenim süresinin en az 10 katı kadar bir iyileşme süresine gerek vardır.
Giderek artan sanayileşme ve kentleşme sonucunda gürültü önemli bir çevresel kirlilik etkeni haline gelmiştir. Gürültünün insan sağlığını pek çok yönüyle olumsuz etkilediği görülmesine karşın, toplumumuzda halen bir risk olarak algılanmamaktadır. Oysa yine bilinmektedir ki gürültünün bu olumsuz etkilerinden korunmanın en etkin yolu, gürültü kaynağının denetimidir. Gürültünün azaltılmasına yönelik önlemler tasarım ve üretim aşamasında alınmak zorundadır.
Okullarda ve işyerlerinde sağlık eğitimi çalışmalarına ağırlık verilmeli ve bu konuda toplumsal duyarlılık oluşturulmalıdır. Gürültü ile ilgili mevzuatımızda gürültü limit değerleri konusunda, farklı yasa ve tüzükler bulunmaktadır. Mevzuattaki bu farklılıkların giderilmesi, etkin denetim ve kontrollerin yapılması, yerel yönetimlerin ve işverenlerin bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmeleri konusunda ısrarla izlenmesi gürültü kontrolünde etkili olacaktır.
Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD, Araştırma Görevlisi
İnsan ve toplum üzerinde olumsuz etki yapan ve istenmeyen seslere gürültü denir. Gürültü, insanlarda işitme kayıplarının yanı sıra önemli bir stres ajanı olarak psikolojik, sinir ve dolaşım sistemlerini etkileyerek çeşitli hastalıklara yol açmaktadır.
Dünyada ve ülkemizde, meslek hastalıkları arasında en yaygın olanı, gürültü nedenli işitme kayıplarıdır. Gürültü yalnızca işyeri zararlısı değil aynı zamanda da önemli bir çevresel patolojik etkendir. Ülkemizde büyük şehirlerimizin pek çok semtinde yapılan gürültü ölçümlerinde elde edilen değerlerin eşik değerleri geçtiği saptanmıştır.
Sesin iki temel belirleyicisi frekansı ve şiddetidir. Sesin şiddeti doğrudan kulak zarına ulaşan mekanik basınçla ilişkilidir ve desibel (dB) olarak ölçülür. Kulağımız 0-140 dB arası sesleri algılar. 140 dB kulakta ağrı, kulak zarında yırtılma gibi etkiler yapar.
Frekans ise saniyede geçen titreşim sayısıdır ve birimi hertz’dir (Hz). İnsan kulağı 20-20.000 Hz arasındaki sesleri duyar. Bu sınırın altındaki seslere infrasonik, üstündeki seslere de ultrasonik sesler denir. Konuşma sesi aralığı da 500-2000 hz arasında değişir. Uluslararası standartlara göre, işitme sistemine zarar veren gürültü düzeyi 100-10.000 Mhz ve 85 dB düzeyidir. Kişinin sessiz bir ortamda 1,5 metreden günlük konuşmaları anlamakta güçlük çekmeye başladığı sınır gürültü düzeyi olarak kabul edilebilir. Bu sınır 500, 1000 ve 2000 Hz frekanslarda ortalama 25 dB değerine karşılık gelmektedir.
Gürültünün Sağlık Üzerine Etkileri:
1. İşitme duyusu ve yollarında zararlara yol açar.
2. Gürültünün kişilerde huzursuzluk, uykusuzluk, sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu gibi etkileri vardır.
3. Çalışma etkinliğini azaltır, düşünmeyi engelleyebilir. Bellekle ilgili çalışmalar, sözcük öğrenme amacıyla yapılan çalışmalar gürültüden etkilenmektedir. Öğrenme yaşantılarının olumsuz etkilenmesi özellikle okullarda belirgindir. Gürültü bölgelere yakın olan okullarda öğrenme etkinliğini azaltıcı etki yapmaktadır. Okuma, anlama, öğrenme düzeyini azalttığından okul sağlığı açısından da önemli olabilir.
4. Karakter değişikliklerine neden olabilir. Eğilimi olanlarda sorunların ve bunaltıların ağırlaşmasına yol açar. Çabuk sinirlenme ve kızgınlığa yol açar. 5. Aralıklı ve ani gürültü kişide ani adrenalin deşarjı yaratarak kalp atış oranını, solunum sayısını, kan basıncını arttırmakta, dikkat azalması, uyku düzeninde bozulmalara neden olabilmektedir. Ani gürültüde kalp hızı artmakta, gözbebeklerinde dilatasyon olmaktadır.
Gürültüden etkilenmenin boyutu, gürültüye maruz kalma süresi, gürültünün frekansı, şiddeti, kesikli ya da sabit olması ve kişisel özelliklere bağlıdır. Başlangıçtaki etki işitme yorgunluğu olarak tanımlanmaktadır. Sesin şiddeti ve yoğunluğu arttıkça işitme yorgunluğu da artar. 140 dB şiddetinde bir darbe gürültüsü ani ve geri dönüşü olmayan işitme yitimine yol açabilir. Buna akustik travma denir.
Gürültünün belli bir sürede belirli şiddet etkilemesinin ilk sonucu işitme eşiğinin yükselmesidir. Eğer gürültü yeterli şiddet ve sürede etkilememişse işitme eşiğindeki değişim giderek normale inmektedir. Bu olay geçici eşik kayması olarak tanımlanmaktadır. Belli bir süre dinlendikten sonra iyileşebilir. Eğer yeterli şiddet ve sürede etkilenme söz konusu ise bu kez kalıcı eşik kayması ortaya çıkar.
Gürültü düzeyi arttıkça oluşan işitme yitimi ve buna bağlı olarak iyileşme süresi de artmaktadır. İşitme yitiminin düzelebilmesi için etkilenim süresinin en az 10 katı kadar bir iyileşme süresine gerek vardır.
Giderek artan sanayileşme ve kentleşme sonucunda gürültü önemli bir çevresel kirlilik etkeni haline gelmiştir. Gürültünün insan sağlığını pek çok yönüyle olumsuz etkilediği görülmesine karşın, toplumumuzda halen bir risk olarak algılanmamaktadır. Oysa yine bilinmektedir ki gürültünün bu olumsuz etkilerinden korunmanın en etkin yolu, gürültü kaynağının denetimidir. Gürültünün azaltılmasına yönelik önlemler tasarım ve üretim aşamasında alınmak zorundadır.
Okullarda ve işyerlerinde sağlık eğitimi çalışmalarına ağırlık verilmeli ve bu konuda toplumsal duyarlılık oluşturulmalıdır. Gürültü ile ilgili mevzuatımızda gürültü limit değerleri konusunda, farklı yasa ve tüzükler bulunmaktadır. Mevzuattaki bu farklılıkların giderilmesi, etkin denetim ve kontrollerin yapılması, yerel yönetimlerin ve işverenlerin bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmeleri konusunda ısrarla izlenmesi gürültü kontrolünde etkili olacaktır.
Güzel Bir Vücut Için Uygun Beslenme
Güzel ve sağlıklı görünmeyi kim istemez ki! Aslında bu, o kadar da zor değil. Yediklerine özen göstermen ve tepeden tırnağa vücudunun nelere ihtiyaç duyduğunu bilmen yeterli.
GÖZLER
Neye ihtiyacın var
A VİTAMİNİ
A vitamini vücudun sağlıklı olabilmek için ihtiyaç duyduğu en önemli vitaminlerden biri. Göz sağlığına da etkisi büyük.
Ne yemelisin
Havuç, ıspanak, rezene, patates, brokoli, fındık, mercimek...
TIRNAKLAR
Neye ihtiyacın var
BİYOTİN
Güzellik vitamini olarak da bilinen biyotin, saçları ve tırnak uçlarını güçlendirir.
Ne yemelisin
Yumurta, balık, süt, peynir, lahana ve patates...
KULAKLAR
Neye ihtiyacın var
ÇİNKO
Uzmanlar, iç kulakta meydana gelen kulak çınlamalarının ve duyma bozukluklarının, çinko eksikliğinden kaynaklanabileceğini söylüyor...
Ne yemelisin
Tavuk, kuzu-sığır eti, istridye...
DİŞ VE DİŞETİ
Neye ihtiyacın var
KALSİYUM
Diş ve dişetlerinin sağlıklı görünmesini istiyorsan günde en az 800 mg Kalsiyum almalısın.
Ne yemelisin
Süt, ıspanak, kuru incir, kayısı, rezene ve lahana ile kalsiyum ihtiyacını karşılayabilirsin.
SAÇLAR
Neye ihtiyacın var
AMİNO ASİT
Saçlarının sağlıklı uzamanı ve yıpranmaması için ihtiyacın olan en önemli şey amino asit.
Ne yemelisin
Hem protein hem de amino asit içeren besinleri tercih etmelisin; peynir, yumurta, tavuk, hindi, fındık gibi...
KALP
Neye ihtiyacın var
OMEGA-3 YAĞ ASİTLERİ
Kalbin sinsi düşmanı kolesterolü tanıyor musunuz? Kolesterol vücudumuzun bütün hücrelerinde bulunan yağ benzeri bir maddedir. Kolesterol hücre zarının ve bazı hormonların yapımında kullanılır. Ancak kanda fazla bulunması zararlıdır. Kolesterol bir yanda karaciğer tarafından üretilirken, besinlerden de alınır. Et süt ve yumurta gibi hayvansal ürünlerde bol miktarda bulunurken, sebze ve tahıllarda bulunmaz.
Ne yemelisin
Omega-3 yağ asitleri içeren balık, kalp için çok faydalı. Uzmanlar özellikle uskumru ve sardalyayı öneriyorlar.
CİLT
Neye ihtiyacın var
C VİTAMİNİ
Eğer cildinin pürüzsüz ve sağlıklı görünmesini istiyorsan her gün en az 60 mg C vitamini almalısın. C vitaminin vücudun savunma sistemini artırıcı etkisi vardır. Bu vitamin vücuttaki yara izlerinin ve çürüklerin kapanmasına yardımcı olur, cilde pürüzsüz bir görüntü kazanır.
Ne yemelisin
C vitamini, taze meyve, meyve suları ve sebzelerde bol miktarda bulunur. Özellikle, portakal, greyfurt, limon, kiraz ve siyah üzüm C vitaminin bol miktarda bulunduğu besinler.
KEMİKLER
Neye ihtiyacın var
KALSİYUM
Kemikleri güçlendirmek ve kemik erimesini önlemek için vücudumuzun bol bol kalsiyuma ihtiyacı var.
Ne yemelisin
Kalsiyum bakımından zengin gıdaları tercih etmelisin. Süt ürünleri, sombalığı, sardalya gibi yumuşak, kemikleriyle birlikte yenebilecek balıklar, taze yengeç, yeşil yapraklı sebzeler, susam yağı, tahin, nohut, badem, üzüm, kuru incir ve maydanoz tam sana göre.
GÖZLER
Neye ihtiyacın var
A VİTAMİNİ
A vitamini vücudun sağlıklı olabilmek için ihtiyaç duyduğu en önemli vitaminlerden biri. Göz sağlığına da etkisi büyük.
Ne yemelisin
Havuç, ıspanak, rezene, patates, brokoli, fındık, mercimek...
TIRNAKLAR
Neye ihtiyacın var
BİYOTİN
Güzellik vitamini olarak da bilinen biyotin, saçları ve tırnak uçlarını güçlendirir.
Ne yemelisin
Yumurta, balık, süt, peynir, lahana ve patates...
KULAKLAR
Neye ihtiyacın var
ÇİNKO
Uzmanlar, iç kulakta meydana gelen kulak çınlamalarının ve duyma bozukluklarının, çinko eksikliğinden kaynaklanabileceğini söylüyor...
Ne yemelisin
Tavuk, kuzu-sığır eti, istridye...
DİŞ VE DİŞETİ
Neye ihtiyacın var
KALSİYUM
Diş ve dişetlerinin sağlıklı görünmesini istiyorsan günde en az 800 mg Kalsiyum almalısın.
Ne yemelisin
Süt, ıspanak, kuru incir, kayısı, rezene ve lahana ile kalsiyum ihtiyacını karşılayabilirsin.
SAÇLAR
Neye ihtiyacın var
AMİNO ASİT
Saçlarının sağlıklı uzamanı ve yıpranmaması için ihtiyacın olan en önemli şey amino asit.
Ne yemelisin
Hem protein hem de amino asit içeren besinleri tercih etmelisin; peynir, yumurta, tavuk, hindi, fındık gibi...
KALP
Neye ihtiyacın var
OMEGA-3 YAĞ ASİTLERİ
Kalbin sinsi düşmanı kolesterolü tanıyor musunuz? Kolesterol vücudumuzun bütün hücrelerinde bulunan yağ benzeri bir maddedir. Kolesterol hücre zarının ve bazı hormonların yapımında kullanılır. Ancak kanda fazla bulunması zararlıdır. Kolesterol bir yanda karaciğer tarafından üretilirken, besinlerden de alınır. Et süt ve yumurta gibi hayvansal ürünlerde bol miktarda bulunurken, sebze ve tahıllarda bulunmaz.
Ne yemelisin
Omega-3 yağ asitleri içeren balık, kalp için çok faydalı. Uzmanlar özellikle uskumru ve sardalyayı öneriyorlar.
CİLT
Neye ihtiyacın var
C VİTAMİNİ
Eğer cildinin pürüzsüz ve sağlıklı görünmesini istiyorsan her gün en az 60 mg C vitamini almalısın. C vitaminin vücudun savunma sistemini artırıcı etkisi vardır. Bu vitamin vücuttaki yara izlerinin ve çürüklerin kapanmasına yardımcı olur, cilde pürüzsüz bir görüntü kazanır.
Ne yemelisin
C vitamini, taze meyve, meyve suları ve sebzelerde bol miktarda bulunur. Özellikle, portakal, greyfurt, limon, kiraz ve siyah üzüm C vitaminin bol miktarda bulunduğu besinler.
KEMİKLER
Neye ihtiyacın var
KALSİYUM
Kemikleri güçlendirmek ve kemik erimesini önlemek için vücudumuzun bol bol kalsiyuma ihtiyacı var.
Ne yemelisin
Kalsiyum bakımından zengin gıdaları tercih etmelisin. Süt ürünleri, sombalığı, sardalya gibi yumuşak, kemikleriyle birlikte yenebilecek balıklar, taze yengeç, yeşil yapraklı sebzeler, susam yağı, tahin, nohut, badem, üzüm, kuru incir ve maydanoz tam sana göre.
Solunum,Boğulma,Suni Solunum
Solunum Sistemi,üst solunum yolu (ağız, burun, boğaz ) ve alt solunum yolundan ( larenks, trakea, bronşlar, akciğerler ) oluşmaktadır. Diyafragma, göğüs kafesi kasları ve yardımcı solunum kasları, solunumun düzenli olmasını sağlarlar
Solumun Sistemi
Suni Solunum
Yabancı Cisim Tıkanmaları
Suda Boğulma
SOLUNUM SİSTEMİ
Vücudu oluşturan tüm hücreler yaşamlarını sürdürmek için bir dizi kimyasal işlemler yaparlar, bu işlemlere METABOLİZMA denilmektedir. Metabolik işlemler esnasında her hücre oksijen ve glikoz kullanır; karbondioksit ile diğer atık maddeleri üretir:
( Glikoz ) C6H1206 + 6 O2 ®6 CO2 + 6 H2O + Enerji
Görüldüğü gibi kimyasal işlemlerin olabilmesi için oksijene gereksinim vardır. Ayrıca hayati organlara ( kalp, beyin gibi ) birkaç dakika oksijen gitmediği takdirde hücrelerde hasar oluşmaktadır.
Soluduğumuz hava normalde % 21 oksijen, % 78 azot, % 1 oranında diğer gazları içermektedir. Biz soluduğumuz havada bulunan % 21 oranındaki oksijenin sadece % 5-6 sını kullanırız.
Oksijen yokluğunda görülebilecek sorunlar:
0 -1.dakikada kardiyak hassasiyet ( aritmi vb.)
1 -4. “ beyinde hasara eğilim
4 -6. “ beyin hasarı başlar
6 -10. “ beyin hasarı artar
10 + “ geri dönüşsüz beyin hasarı
Oksijenin atmosferden alınıp hücrelere iletilmesi iki sistemin iyi çalışmasına bağlıdır; 1- solunum sistemi, 2- dolaşım sistemi dolaşım)
Solunum yolu, solunum, dolaşım veya kalp fonksiyonlarında oluşabilecek herhangi bir bozukluk beyin hasarı veya ölümle sonuçlanabilir.
SOLUNUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Normalde solunum kendiliğinden, sessiz, ağrısız, kolaylıkla gerçekleşir. Solunum sayısı değişmekle beraber genellikle erişkinde 15-20 kez/dk, çocukta 20-30 kez/dk, bebekte 30-40 kez/dk arasındadır, normal solunum yüzeysel veya derin değildir.
SolunumBAK-DİNLE-HİSSETyöntemiyle saptanır. Bak, göğüs kafesi kalkıyor iniyor mu ? Dinle, soluk sesi duyuluyor mu ? Hisset, soluk yanağa geliyor mu ? Bu soruların yanıtları olumsuzsa ya da ağza burna ayna veya cam tutulduğunda buharlaşma olmuyorsa solunum yok demektir. Solunum durduğunda dokular oksijenlenemeyeceği için dudaklar ve tırnaklar siyanotiktir (morarmıştır).
SOLUNUM İLE İLGİLİ SORUNLAR VE OLASI NEDENLERİ:
Solunum hızlı ve yüzeysel ise, nedeni : egzersiz, koşma, ateşli hastalıklar, şok, zehirlenme vb. olabilir.
Solunum derin, zorlanarak, kesik kesik ise,nedeni : solunum yolu kısmen tıkalı ya da akciğer sorunu olabilir.
Kişi konuşamıyor, öksüremiyor ve refleks olarak iki eliyle boğazını tutuyorsa , nedeni:soluk yolu yabancı cisimle tıkanmıştır. Bir süre sonrada bilinç kaybı gelişir.
SUNİ SOLUNUM
Bir kazazedenin yanına varıldığında ilk önce ABC kontrol edilerek sürekliliği sağlanmalıdır.
A ( Airway ) : Soluk yolunun açıklığının saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
B ( Breathing ): Solunumun varlığının saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
C(Circulation)olaşımın (nabzın varlığının) saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
A ( Airway ), soluk yolunun açıklığının saptanması ve sürdürülmesi:
Bilinçsiz ya da yerde yatan bir kişiye rastlandığında, öncelikle kişi omuzlarından hafifçe sarsılarak “iyi misiniz ? “ sorusu sorulmalıdır. Yanıt alınamıyorsa, hemen baş-çene yöntemiyle baş geriye yatırılır.
Başa pozisyon verme nedeni : Bilinci kapanan kişilerde kaslar gevşer; kökü alt çeneye bağlı bir kas olan dil, geriye kayarak soluk yolunu tıkayabilir. Baş geriye yatırıldığında çene yukarı kalkar, bu esnada ona bağlı olan dil de yükselir ve soluk yolu açılır.
BAŞ-ÇENE POZİSYONU: Baş, bir el ile alından desteklenirken diğer elin parmakları ile de çeneden desteklenerek, nazikçe, iyice geriye doğru yatırılır. Böylece soluk yolunun açılması sağlanır . Bu pozisyon, kazazedenin boyun omurlarında zedelenme olasılığı olsun ya da olmasın uygulanabilir.
B ( Breathing ), solunumun varlığının saptanması ve sürdürülmesi:
Soluk yolunun açıklığı sağlandıktan sonra, bak-dinle-hissetile 10 saniye(yi geçmeyecek şekilde) solunum değerlendirilir. Kişinin solunumu yoksa, hemen suni solunuma başlanılmalıdır. Önce, her biri bir saniye sürecek şekilde, iki kurtarıcı soluk verilir. Her soluk verildiğinde göğüs kafesinin yükselişi; soluğun ardından ise, soluk veren başını kaldırır, solunumun geri çıkışını/göğüs kafesinin inişini izler. Verilecek soluk miktarı, göğüs kafesini yükseltecek kadar olmalıdır. Çok fazla ve güçlü soluk vermenin yararlı olmadığı tespit edilmiştir. O nedenle, bir saniye sürecek şekilde aldığınız nefesi (balon üfler gibi) verin.
C (Circulation),dolaşımın (nabzın varlığının) saptanması ve sürdürülmesi: *
Nabza bakılmadan hemen göğse bası ve suni solunum şeklinde TYD uygulanır (2005 kurallarından önce nabza bakılırken sağlık personeli dışındaki kişilerin bakması artık önerilmiyor).
* Bu konu ayrıntılı olarak dolaşım konusunda anlatılacaktır.
KOMA YATIŞI / POZİSYONU: Soluk yolu açık, solunumu ve dolaşımı olan kişide, kusma veya kanama ( ya da olasılığı) varsa baş yana çevrilir. Boyun omurlarında zedelenme varsa, kişi yan çevrilir. Böylece dilin geriye kayması, kusmuk ya da kanamanın soluk yolunu tıkaması önlenmiş ve soluk yolunun sürekliliği sağlanmış olur.
Suni solunum, solunumu olmayan kişinin yapay olarak solutulmasıdır. Kişinin başına pozisyon verildikten sonra ( baş-çene), alından elin baş ve işaret parmaklarıyla burun kanatları sıkıştırılır, diğer elin üç parmağı çeneyi desteklerken; nefes alınır, hastanın ağzı iyice kavranır ve nefes üflenir(balon şişirir gibi). Elinizin altında varsa soluturken koruyucu kullanmanızda yarar var, son yıllarda anahtarlık şeklinde satılmaktadır..
Suni solunum üç yoldan gerçekleştirilebilir: 1-Ağızdan ağza, 2-Ağızdan burna, 3-Ağızdan ağza ve burna.
Ağızdan ağza suni solunum,genellikle en çok tercih edilen yoldur. Kişinin ağzı iyice kavranmalıdır ve burun delikleri iyice kapatılmalıdır ki etkili olsun.
Ağızdan burna suni solunum,kişinin ağzı sıkıca kapatılmalıdır. Önerildiği durumlar:
- Hastanın ağzını açmak mümkün değilse,
- Yüzdeki ciddi yaralanma nedeniyle ağızdan soluk verilemiyorsa,
- Hastanın dişleri yoksa ve bu nedenle soluk verirken ağız kavranarak kapatılamıyorsa ve verilen hava dışarı kaçıyorsa,
- Sizin tercihinizse.
Ağızdan ağza ve burna suni solunum, ağız - burun mesafesinin kısa olması nedeniyle bebeklerde uygulanır.
------------------------
YABANCI CİSİM TIKANMALARI
Yabancı cisim tıkanmaları, genellikle birşey yerken veya içerken gülme ya da ani hareket etme sonucu ortaya çıkabileceği gibi, çocukların oyun oynarken cisimleri ağız ve burunlarına sokmaları sonucunda da görülebilmektedir.
** Tıkanma nedeniyle kişi öksürüyorsa hiçbir girişim yapılmadan gözlenir. Ta ki aşağıdaki belirtiler görülene kadar :
** Kişi konuşamıyor, öksüremiyor, iki eli ile boğazını kavramışve panik halinde ise, siyanotik görünümün yanı sıra aşırı zorlanarak nefes almaya çalışıyorsa, hemen müdahale edilmesi gerekir. Eğer kısa sürede müdahale edilmezse bilinç kaybı ve ölüm meydana gelebilir.
Yabancı cismi çıkarmak üzere uygulanan yönteme Heimlich ( Subdiyafragmatik -, batından itme ) manevrası denilmektedir.
ERİŞKİNDE VE ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM TIKANMALARINDA MÜDAHALE AŞAMALARI
Bu aşamalar, bir yaşın üstündeki çocuklardan itibaren her yaş grubuna uygulanabilir:
1. Eğer kişide hafif soluk yolu tıkanması bulguları varsa,
Ø Öksürmeye devam etmesi için kişi teşvik edilir, başka bir şey yapılmaz.
2. Eğer kişide şiddetli soluk yolu tıkanması bulguları varsa ve kişinin bilinci açıksa;
Ø Sırtına beş kez aşağıda anlatıldığı şekilde vurun
F Tıkanan kişinin, hafifçe sırtına doğru olacak şekilde yanında durun
F Bir elinizle kişinin göğsünden desteklerken, kişinin mümkün olduğunca öne doğru eğilmesini söyleyin ki, tıkanmaya neden olan yabancı cisim bu şekilde soluk yolundan aşağı gitmek yerine ağza doğru hareket etsin
F Diğer elinizi topuk kısmıyla, kürek kemiklerinin arasından 5 kez sert şekilde vurun
Ø Yabancı cisim tıkanması, bu 5 darbenin her birinin etkisiyle açılmış mı, kontrol edin. Sert vuruşların amacı beş sayıdan ziyade tıkanmayı açmaktır
Ø Eğer sırttan vurulan beş darbe ile yabancı cismi çıkarma çabaları başarılı olamamışsa, aşağıda belirtildiği şekilde, beş kere “karından itme” uygulayın:
F Tıkanan kişinin arkasına geçerek, kollarınız (kişinin) üst karın bölgesine(ÇN:göbek çukurunun yukarısına) gelecek şekilde kişiyi sarmalayın
F Kişinin öne doğru eğilmesini sağlayın
F Yumruk haline getirdiğiniz bir elinizi, göbek çukuru ile ksifoid çıkıntı arasındaki boşluğunortasına yerleştirin
F Diğer elinizle, önceki koyduğunuz elinizi kenetleyerek; içe ve yukarı doğru sert darbeler uygulayın
F Beş kere tekrarlayın
Ø Tıkanma halen açılmadıysa, beş kez sırttan vurma ve beş kez karından itme şeklinde devam edin
3. Tıkanan kişinin herhangi bir anda bilinci kapanırsa:
Ø Bilinci kapanan kişiyi destekleyerek yere yatırın
Ø Hemen 112 yi arayın
Ø TYD ne başlayın (bölüm 5b deki erişkin TYD basamaklarına göre)
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Hafif Soluk Yolu Tıkanmaları
Öksürme, yüksek ve sürekli bir basınç oluşturarak yabancı cismi dışarı atmaya çalışır. Öksüren kişilere uygulanacak sırttan vurma, karından itme ve göğüs basısı; ciddi sorunlara yol açabilecek olasılıklardır ve hatta soluk yolu tıkanmasının daha kötüleşmesine neden olabilirler. O nedenle bu uygulamalar şiddetli soluk yolu tıkanmalarına saklanmalıdır. Hafif tıkanmalarda kişi göz önünde tutulmalı tıkanıklık geçene ya da şiddetli soluk yolu tıkanması oluşana kadar.
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Şiddetli Soluk Yolu Tıkanmaları
Tıkanma sonucu boğulmalarla ilgili klinik veriler, çoğunlukla, geriye dönük ve fıkra/kısa hikayeler niteliğindedir. Bilinci açık erişkinlerle, 1 yaşın üstündeki çocuklarda oluşan tam YCT ile ilgili vaka kayıtları, sırttan vurmanın, karından itmenin ve göğse bastırmanın ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Aşağı yukarı olguların % 50 sinde, tek yöntem kullanılarak soluk yolu açılamamıştır. Oysa, sırttan vurma, karından itme ve göğüsten itme uygulamaları birlikte kullanıldığında daha başarılı olunmuştur. Anestezistlerin gönüllü olarak gerçekleştirdikleri iki (prospektif) araştırma ile kadavralar üzerinde yapılan araştırmalarda; yapılan kıyaslamada göğüsten itmede karından itmeye göre soluk yolunda daha yüksek basınç oluştuğu saptanmıştır.
Göğüsten itme ile göğse bası aynı gibi olsalar da; YCT nedeniyle bilincinin kapandığı bilinen ya da YCT nedeniyle kapandığından şüphelenilen kişilere, TYD başlanmasının gereği kurtarıcılara öğretilmelidir. TYD esnasında, soluk yolunu açarken, yabancı cismin çıkma olasılığı nedeniyle her seferinde, kişinin ağız içi, zaman kaybına fırsat vermeden kontrol edilmelidir.
Tıkanma şüphesi olmayan bilinç kapanmalarında ve kalp durmalarında TYD uygulanırken, ağız içini alışkanlı haline getirip kontrol etmek gereksizdir.
Heimlich manevrasını kişi kendi kendine de uygulayabilir; bir sandalyenin arkalığına göbeğin üstündeki boşluktan abanarak yabancı cisim çıkarılabilir.
İleri dönemhamilelerdeheimlich manevrası göğüs kemiğinin alt yarısına ( kalp masajı yapılan kısma ) uygulanır.
** Bebeklerde(1 yaşın altında), karaciğeri yaralayabileceği için, heimlich manevrası önerilmemektedir.
Bebeklerde yabancı cismi çıkarmak üzere, bebeği önkolunuza yüzüstü yatırıp elinizle çenesinden kavrayın; kolunuzu üstbacağa dayayın bebeğin başı aşağı doğru olacak şekilde (yerçekimini sağlamak üzere, bakınız:şekil) tutup, kürek kemiklerinin ortasından diğer elinizin topuk kısmıyla 5 kere sert ve hızlı darbeler vurun. Sonra Vurduğunuz el ile bebeğin başını kavrayıp kolunuzu bebeğin sırtına dayayıp (sandviç gibi görünecek) bebek o kol üzerene sırt üstü yatırılır ve göğüs basısında olduğu gibi 5 kere bası yapılır. Yabancı cisim çıkana, bilinci kaybolana, yardım gelene kadar 5 sırt 5 göğüs basısı olarak devam edilir.
YABANCI CİSİM TIKANMALARI
Yabancı cisim tıkanmaları, genellikle birşey yerken veya içerken gülme ya da ani hareket etme sonucu ortaya çıkabileceği gibi, çocukların oyun oynarken cisimleri ağız ve burunlarına sokmaları sonucunda da görülebilmektedir.
** Tıkanma nedeniyle kişi öksürüyorsa hiçbir girişim yapılmadan gözlenir. Ta ki aşağıdaki belirtiler görülene kadar :
** Kişi konuşamıyor, öksüremiyor, iki eli ile boğazını kavramışve panik halinde ise, siyanotik görünümün yanı sıra aşırı zorlanarak nefes almaya çalışıyorsa, hemen müdahale edilmesi gerekir. Eğer kısa sürede müdahale edilmezse bilinç kaybı ve ölüm meydana gelebilir.
Yabancı cismi çıkarmak üzere uygulanan yönteme Heimlich ( Subdiyafragmatik -, batından itme ) manevrası denilmektedir.
ERİŞKİNDE VE ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM TIKANMALARINDA MÜDAHALE AŞAMALARI
Bu aşamalar, bir yaşın üstündeki çocuklardan itibaren her yaş grubuna uygulanabilir:
1. Eğer kişide hafif soluk yolu tıkanması bulguları varsa,
Ø Öksürmeye devam etmesi için kişi teşvik edilir, başka bir şey yapılmaz.
2. Eğer kişide şiddetli soluk yolu tıkanması bulguları varsa ve kişinin bilinci açıksa;
Ø Sırtına beş kez aşağıda anlatıldığı şekilde vurun
F Tıkanan kişinin, hafifçe sırtına doğru olacak şekilde yanında durun
F Bir elinizle kişinin göğsünden desteklerken, kişinin mümkün olduğunca öne doğru eğilmesini söyleyin ki, tıkanmaya neden olan yabancı cisim bu şekilde soluk yolundan aşağı gitmek yerine ağza doğru hareket etsin
F Diğer elinizi topuk kısmıyla, kürek kemiklerinin arasından 5 kez sert şekilde vurun
Ø Yabancı cisim tıkanması, bu 5 darbenin her birinin etkisiyle açılmış mı, kontrol edin. Sert vuruşların amacı beş sayıdan ziyade tıkanmayı açmaktır
Ø Eğer sırttan vurulan beş darbe ile yabancı cismi çıkarma çabaları başarılı olamamışsa, aşağıda belirtildiği şekilde, beş kere “karından itme” uygulayın:
F Tıkanan kişinin arkasına geçerek, kollarınız (kişinin) üst karın bölgesine(ÇN:göbek çukurunun yukarısına) gelecek şekilde kişiyi sarmalayın
F Kişinin öne doğru eğilmesini sağlayın
F Yumruk haline getirdiğiniz bir elinizi, göbek çukuru ile ksifoid çıkıntı arasındaki boşluğunortasına yerleştirin
F Diğer elinizle, önceki koyduğunuz elinizi kenetleyerek; içe ve yukarı doğru sert darbeler uygulayın
F Beş kere tekrarlayın
Ø Tıkanma halen açılmadıysa, beş kez sırttan vurma ve beş kez karından itme şeklinde devam edin
3. Tıkanan kişinin herhangi bir anda bilinci kapanırsa:
Ø Bilinci kapanan kişiyi destekleyerek yere yatırın
Ø Hemen 112 yi arayın
Ø TYD ne başlayın (bölüm 5b deki erişkin TYD basamaklarına göre)
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Hafif Soluk Yolu Tıkanmaları
Öksürme, yüksek ve sürekli bir basınç oluşturarak yabancı cismi dışarı atmaya çalışır. Öksüren kişilere uygulanacak sırttan vurma, karından itme ve göğüs basısı; ciddi sorunlara yol açabilecek olasılıklardır ve hatta soluk yolu tıkanmasının daha kötüleşmesine neden olabilirler. O nedenle bu uygulamalar şiddetli soluk yolu tıkanmalarına saklanmalıdır. Hafif tıkanmalarda kişi göz önünde tutulmalı tıkanıklık geçene ya da şiddetli soluk yolu tıkanması oluşana kadar.
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Şiddetli Soluk Yolu Tıkanmaları
Tıkanma sonucu boğulmalarla ilgili klinik veriler, çoğunlukla, geriye dönük ve fıkra/kısa hikayeler niteliğindedir. Bilinci açık erişkinlerle, 1 yaşın üstündeki çocuklarda oluşan tam YCT ile ilgili vaka kayıtları, sırttan vurmanın, karından itmenin ve göğse bastırmanın ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Aşağı yukarı olguların % 50 sinde, tek yöntem kullanılarak soluk yolu açılamamıştır. Oysa, sırttan vurma, karından itme ve göğüsten itme uygulamaları birlikte kullanıldığında daha başarılı olunmuştur. Anestezistlerin gönüllü olarak gerçekleştirdikleri iki (prospektif) araştırma ile kadavralar üzerinde yapılan araştırmalarda; yapılan kıyaslamada göğüsten itmede karından itmeye göre soluk yolunda daha yüksek basınç oluştuğu saptanmıştır.
Göğüsten itme ile göğse bası aynı gibi olsalar da; YCT nedeniyle bilincinin kapandığı bilinen ya da YCT nedeniyle kapandığından şüphelenilen kişilere, TYD başlanmasının gereği kurtarıcılara öğretilmelidir. TYD esnasında, soluk yolunu açarken, yabancı cismin çıkma olasılığı nedeniyle her seferinde, kişinin ağız içi, zaman kaybına fırsat vermeden kontrol edilmelidir.
Tıkanma şüphesi olmayan bilinç kapanmalarında ve kalp durmalarında TYD uygulanırken, ağız içini alışkanlı haline getirip kontrol etmek gereksizdir.
Heimlich manevrasını kişi kendi kendine de uygulayabilir; bir sandalyenin arkalığına göbeğin üstündeki boşluktan abanarak yabancı cisim çıkarılabilir.
İleri dönemhamilelerdeheimlich manevrası göğüs kemiğinin alt yarısına ( kalp masajı yapılan kısma ) uygulanır.
** Bebeklerde(1 yaşın altında), karaciğeri yaralayabileceği için, heimlich manevrası önerilmemektedir.
Bebeklerde yabancı cismi çıkarmak üzere, bebeği önkolunuza yüzüstü yatırıp elinizle çenesinden kavrayın; kolunuzu üstbacağa dayayın bebeğin başı aşağı doğru olacak şekilde (yerçekimini sağlamak üzere, bakınız:şekil) tutup, kürek kemiklerinin ortasından diğer elinizin topuk kısmıyla 5 kere sert ve hızlı darbeler vurun. Sonra Vurduğunuz el ile bebeğin başını kavrayıp kolunuzu bebeğin sırtına dayayıp (sandviç gibi görünecek) bebek o kol üzerene sırt üstü yatırılır ve göğüs basısında olduğu gibi 5 kere bası yapılır. Yabancı cisim çıkana, bilinci kaybolana, yardım gelene kadar 5 sırt 5 göğüs basısı olarak devam edilir.
Solumun Sistemi
Suni Solunum
Yabancı Cisim Tıkanmaları
Suda Boğulma
SOLUNUM SİSTEMİ
Vücudu oluşturan tüm hücreler yaşamlarını sürdürmek için bir dizi kimyasal işlemler yaparlar, bu işlemlere METABOLİZMA denilmektedir. Metabolik işlemler esnasında her hücre oksijen ve glikoz kullanır; karbondioksit ile diğer atık maddeleri üretir:
( Glikoz ) C6H1206 + 6 O2 ®6 CO2 + 6 H2O + Enerji
Görüldüğü gibi kimyasal işlemlerin olabilmesi için oksijene gereksinim vardır. Ayrıca hayati organlara ( kalp, beyin gibi ) birkaç dakika oksijen gitmediği takdirde hücrelerde hasar oluşmaktadır.
Soluduğumuz hava normalde % 21 oksijen, % 78 azot, % 1 oranında diğer gazları içermektedir. Biz soluduğumuz havada bulunan % 21 oranındaki oksijenin sadece % 5-6 sını kullanırız.
Oksijen yokluğunda görülebilecek sorunlar:
0 -1.dakikada kardiyak hassasiyet ( aritmi vb.)
1 -4. “ beyinde hasara eğilim
4 -6. “ beyin hasarı başlar
6 -10. “ beyin hasarı artar
10 + “ geri dönüşsüz beyin hasarı
Oksijenin atmosferden alınıp hücrelere iletilmesi iki sistemin iyi çalışmasına bağlıdır; 1- solunum sistemi, 2- dolaşım sistemi dolaşım)
Solunum yolu, solunum, dolaşım veya kalp fonksiyonlarında oluşabilecek herhangi bir bozukluk beyin hasarı veya ölümle sonuçlanabilir.
SOLUNUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Normalde solunum kendiliğinden, sessiz, ağrısız, kolaylıkla gerçekleşir. Solunum sayısı değişmekle beraber genellikle erişkinde 15-20 kez/dk, çocukta 20-30 kez/dk, bebekte 30-40 kez/dk arasındadır, normal solunum yüzeysel veya derin değildir.
SolunumBAK-DİNLE-HİSSETyöntemiyle saptanır. Bak, göğüs kafesi kalkıyor iniyor mu ? Dinle, soluk sesi duyuluyor mu ? Hisset, soluk yanağa geliyor mu ? Bu soruların yanıtları olumsuzsa ya da ağza burna ayna veya cam tutulduğunda buharlaşma olmuyorsa solunum yok demektir. Solunum durduğunda dokular oksijenlenemeyeceği için dudaklar ve tırnaklar siyanotiktir (morarmıştır).
SOLUNUM İLE İLGİLİ SORUNLAR VE OLASI NEDENLERİ:
Solunum hızlı ve yüzeysel ise, nedeni : egzersiz, koşma, ateşli hastalıklar, şok, zehirlenme vb. olabilir.
Solunum derin, zorlanarak, kesik kesik ise,nedeni : solunum yolu kısmen tıkalı ya da akciğer sorunu olabilir.
Kişi konuşamıyor, öksüremiyor ve refleks olarak iki eliyle boğazını tutuyorsa , nedeni:soluk yolu yabancı cisimle tıkanmıştır. Bir süre sonrada bilinç kaybı gelişir.
SUNİ SOLUNUM
Bir kazazedenin yanına varıldığında ilk önce ABC kontrol edilerek sürekliliği sağlanmalıdır.
A ( Airway ) : Soluk yolunun açıklığının saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
B ( Breathing ): Solunumun varlığının saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
C(Circulation)olaşımın (nabzın varlığının) saptanması ve sürekliliğinin sağlanmasıdır.
A ( Airway ), soluk yolunun açıklığının saptanması ve sürdürülmesi:
Bilinçsiz ya da yerde yatan bir kişiye rastlandığında, öncelikle kişi omuzlarından hafifçe sarsılarak “iyi misiniz ? “ sorusu sorulmalıdır. Yanıt alınamıyorsa, hemen baş-çene yöntemiyle baş geriye yatırılır.
Başa pozisyon verme nedeni : Bilinci kapanan kişilerde kaslar gevşer; kökü alt çeneye bağlı bir kas olan dil, geriye kayarak soluk yolunu tıkayabilir. Baş geriye yatırıldığında çene yukarı kalkar, bu esnada ona bağlı olan dil de yükselir ve soluk yolu açılır.
BAŞ-ÇENE POZİSYONU: Baş, bir el ile alından desteklenirken diğer elin parmakları ile de çeneden desteklenerek, nazikçe, iyice geriye doğru yatırılır. Böylece soluk yolunun açılması sağlanır . Bu pozisyon, kazazedenin boyun omurlarında zedelenme olasılığı olsun ya da olmasın uygulanabilir.
B ( Breathing ), solunumun varlığının saptanması ve sürdürülmesi:
Soluk yolunun açıklığı sağlandıktan sonra, bak-dinle-hissetile 10 saniye(yi geçmeyecek şekilde) solunum değerlendirilir. Kişinin solunumu yoksa, hemen suni solunuma başlanılmalıdır. Önce, her biri bir saniye sürecek şekilde, iki kurtarıcı soluk verilir. Her soluk verildiğinde göğüs kafesinin yükselişi; soluğun ardından ise, soluk veren başını kaldırır, solunumun geri çıkışını/göğüs kafesinin inişini izler. Verilecek soluk miktarı, göğüs kafesini yükseltecek kadar olmalıdır. Çok fazla ve güçlü soluk vermenin yararlı olmadığı tespit edilmiştir. O nedenle, bir saniye sürecek şekilde aldığınız nefesi (balon üfler gibi) verin.
C (Circulation),dolaşımın (nabzın varlığının) saptanması ve sürdürülmesi: *
Nabza bakılmadan hemen göğse bası ve suni solunum şeklinde TYD uygulanır (2005 kurallarından önce nabza bakılırken sağlık personeli dışındaki kişilerin bakması artık önerilmiyor).
* Bu konu ayrıntılı olarak dolaşım konusunda anlatılacaktır.
KOMA YATIŞI / POZİSYONU: Soluk yolu açık, solunumu ve dolaşımı olan kişide, kusma veya kanama ( ya da olasılığı) varsa baş yana çevrilir. Boyun omurlarında zedelenme varsa, kişi yan çevrilir. Böylece dilin geriye kayması, kusmuk ya da kanamanın soluk yolunu tıkaması önlenmiş ve soluk yolunun sürekliliği sağlanmış olur.
Suni solunum, solunumu olmayan kişinin yapay olarak solutulmasıdır. Kişinin başına pozisyon verildikten sonra ( baş-çene), alından elin baş ve işaret parmaklarıyla burun kanatları sıkıştırılır, diğer elin üç parmağı çeneyi desteklerken; nefes alınır, hastanın ağzı iyice kavranır ve nefes üflenir(balon şişirir gibi). Elinizin altında varsa soluturken koruyucu kullanmanızda yarar var, son yıllarda anahtarlık şeklinde satılmaktadır..
Suni solunum üç yoldan gerçekleştirilebilir: 1-Ağızdan ağza, 2-Ağızdan burna, 3-Ağızdan ağza ve burna.
Ağızdan ağza suni solunum,genellikle en çok tercih edilen yoldur. Kişinin ağzı iyice kavranmalıdır ve burun delikleri iyice kapatılmalıdır ki etkili olsun.
Ağızdan burna suni solunum,kişinin ağzı sıkıca kapatılmalıdır. Önerildiği durumlar:
- Hastanın ağzını açmak mümkün değilse,
- Yüzdeki ciddi yaralanma nedeniyle ağızdan soluk verilemiyorsa,
- Hastanın dişleri yoksa ve bu nedenle soluk verirken ağız kavranarak kapatılamıyorsa ve verilen hava dışarı kaçıyorsa,
- Sizin tercihinizse.
Ağızdan ağza ve burna suni solunum, ağız - burun mesafesinin kısa olması nedeniyle bebeklerde uygulanır.
------------------------
YABANCI CİSİM TIKANMALARI
Yabancı cisim tıkanmaları, genellikle birşey yerken veya içerken gülme ya da ani hareket etme sonucu ortaya çıkabileceği gibi, çocukların oyun oynarken cisimleri ağız ve burunlarına sokmaları sonucunda da görülebilmektedir.
** Tıkanma nedeniyle kişi öksürüyorsa hiçbir girişim yapılmadan gözlenir. Ta ki aşağıdaki belirtiler görülene kadar :
** Kişi konuşamıyor, öksüremiyor, iki eli ile boğazını kavramışve panik halinde ise, siyanotik görünümün yanı sıra aşırı zorlanarak nefes almaya çalışıyorsa, hemen müdahale edilmesi gerekir. Eğer kısa sürede müdahale edilmezse bilinç kaybı ve ölüm meydana gelebilir.
Yabancı cismi çıkarmak üzere uygulanan yönteme Heimlich ( Subdiyafragmatik -, batından itme ) manevrası denilmektedir.
ERİŞKİNDE VE ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM TIKANMALARINDA MÜDAHALE AŞAMALARI
Bu aşamalar, bir yaşın üstündeki çocuklardan itibaren her yaş grubuna uygulanabilir:
1. Eğer kişide hafif soluk yolu tıkanması bulguları varsa,
Ø Öksürmeye devam etmesi için kişi teşvik edilir, başka bir şey yapılmaz.
2. Eğer kişide şiddetli soluk yolu tıkanması bulguları varsa ve kişinin bilinci açıksa;
Ø Sırtına beş kez aşağıda anlatıldığı şekilde vurun
F Tıkanan kişinin, hafifçe sırtına doğru olacak şekilde yanında durun
F Bir elinizle kişinin göğsünden desteklerken, kişinin mümkün olduğunca öne doğru eğilmesini söyleyin ki, tıkanmaya neden olan yabancı cisim bu şekilde soluk yolundan aşağı gitmek yerine ağza doğru hareket etsin
F Diğer elinizi topuk kısmıyla, kürek kemiklerinin arasından 5 kez sert şekilde vurun
Ø Yabancı cisim tıkanması, bu 5 darbenin her birinin etkisiyle açılmış mı, kontrol edin. Sert vuruşların amacı beş sayıdan ziyade tıkanmayı açmaktır
Ø Eğer sırttan vurulan beş darbe ile yabancı cismi çıkarma çabaları başarılı olamamışsa, aşağıda belirtildiği şekilde, beş kere “karından itme” uygulayın:
F Tıkanan kişinin arkasına geçerek, kollarınız (kişinin) üst karın bölgesine(ÇN:göbek çukurunun yukarısına) gelecek şekilde kişiyi sarmalayın
F Kişinin öne doğru eğilmesini sağlayın
F Yumruk haline getirdiğiniz bir elinizi, göbek çukuru ile ksifoid çıkıntı arasındaki boşluğunortasına yerleştirin
F Diğer elinizle, önceki koyduğunuz elinizi kenetleyerek; içe ve yukarı doğru sert darbeler uygulayın
F Beş kere tekrarlayın
Ø Tıkanma halen açılmadıysa, beş kez sırttan vurma ve beş kez karından itme şeklinde devam edin
3. Tıkanan kişinin herhangi bir anda bilinci kapanırsa:
Ø Bilinci kapanan kişiyi destekleyerek yere yatırın
Ø Hemen 112 yi arayın
Ø TYD ne başlayın (bölüm 5b deki erişkin TYD basamaklarına göre)
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Hafif Soluk Yolu Tıkanmaları
Öksürme, yüksek ve sürekli bir basınç oluşturarak yabancı cismi dışarı atmaya çalışır. Öksüren kişilere uygulanacak sırttan vurma, karından itme ve göğüs basısı; ciddi sorunlara yol açabilecek olasılıklardır ve hatta soluk yolu tıkanmasının daha kötüleşmesine neden olabilirler. O nedenle bu uygulamalar şiddetli soluk yolu tıkanmalarına saklanmalıdır. Hafif tıkanmalarda kişi göz önünde tutulmalı tıkanıklık geçene ya da şiddetli soluk yolu tıkanması oluşana kadar.
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Şiddetli Soluk Yolu Tıkanmaları
Tıkanma sonucu boğulmalarla ilgili klinik veriler, çoğunlukla, geriye dönük ve fıkra/kısa hikayeler niteliğindedir. Bilinci açık erişkinlerle, 1 yaşın üstündeki çocuklarda oluşan tam YCT ile ilgili vaka kayıtları, sırttan vurmanın, karından itmenin ve göğse bastırmanın ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Aşağı yukarı olguların % 50 sinde, tek yöntem kullanılarak soluk yolu açılamamıştır. Oysa, sırttan vurma, karından itme ve göğüsten itme uygulamaları birlikte kullanıldığında daha başarılı olunmuştur. Anestezistlerin gönüllü olarak gerçekleştirdikleri iki (prospektif) araştırma ile kadavralar üzerinde yapılan araştırmalarda; yapılan kıyaslamada göğüsten itmede karından itmeye göre soluk yolunda daha yüksek basınç oluştuğu saptanmıştır.
Göğüsten itme ile göğse bası aynı gibi olsalar da; YCT nedeniyle bilincinin kapandığı bilinen ya da YCT nedeniyle kapandığından şüphelenilen kişilere, TYD başlanmasının gereği kurtarıcılara öğretilmelidir. TYD esnasında, soluk yolunu açarken, yabancı cismin çıkma olasılığı nedeniyle her seferinde, kişinin ağız içi, zaman kaybına fırsat vermeden kontrol edilmelidir.
Tıkanma şüphesi olmayan bilinç kapanmalarında ve kalp durmalarında TYD uygulanırken, ağız içini alışkanlı haline getirip kontrol etmek gereksizdir.
Heimlich manevrasını kişi kendi kendine de uygulayabilir; bir sandalyenin arkalığına göbeğin üstündeki boşluktan abanarak yabancı cisim çıkarılabilir.
İleri dönemhamilelerdeheimlich manevrası göğüs kemiğinin alt yarısına ( kalp masajı yapılan kısma ) uygulanır.
** Bebeklerde(1 yaşın altında), karaciğeri yaralayabileceği için, heimlich manevrası önerilmemektedir.
Bebeklerde yabancı cismi çıkarmak üzere, bebeği önkolunuza yüzüstü yatırıp elinizle çenesinden kavrayın; kolunuzu üstbacağa dayayın bebeğin başı aşağı doğru olacak şekilde (yerçekimini sağlamak üzere, bakınız:şekil) tutup, kürek kemiklerinin ortasından diğer elinizin topuk kısmıyla 5 kere sert ve hızlı darbeler vurun. Sonra Vurduğunuz el ile bebeğin başını kavrayıp kolunuzu bebeğin sırtına dayayıp (sandviç gibi görünecek) bebek o kol üzerene sırt üstü yatırılır ve göğüs basısında olduğu gibi 5 kere bası yapılır. Yabancı cisim çıkana, bilinci kaybolana, yardım gelene kadar 5 sırt 5 göğüs basısı olarak devam edilir.
YABANCI CİSİM TIKANMALARI
Yabancı cisim tıkanmaları, genellikle birşey yerken veya içerken gülme ya da ani hareket etme sonucu ortaya çıkabileceği gibi, çocukların oyun oynarken cisimleri ağız ve burunlarına sokmaları sonucunda da görülebilmektedir.
** Tıkanma nedeniyle kişi öksürüyorsa hiçbir girişim yapılmadan gözlenir. Ta ki aşağıdaki belirtiler görülene kadar :
** Kişi konuşamıyor, öksüremiyor, iki eli ile boğazını kavramışve panik halinde ise, siyanotik görünümün yanı sıra aşırı zorlanarak nefes almaya çalışıyorsa, hemen müdahale edilmesi gerekir. Eğer kısa sürede müdahale edilmezse bilinç kaybı ve ölüm meydana gelebilir.
Yabancı cismi çıkarmak üzere uygulanan yönteme Heimlich ( Subdiyafragmatik -, batından itme ) manevrası denilmektedir.
ERİŞKİNDE VE ÇOCUKLARDA YABANCI CİSİM TIKANMALARINDA MÜDAHALE AŞAMALARI
Bu aşamalar, bir yaşın üstündeki çocuklardan itibaren her yaş grubuna uygulanabilir:
1. Eğer kişide hafif soluk yolu tıkanması bulguları varsa,
Ø Öksürmeye devam etmesi için kişi teşvik edilir, başka bir şey yapılmaz.
2. Eğer kişide şiddetli soluk yolu tıkanması bulguları varsa ve kişinin bilinci açıksa;
Ø Sırtına beş kez aşağıda anlatıldığı şekilde vurun
F Tıkanan kişinin, hafifçe sırtına doğru olacak şekilde yanında durun
F Bir elinizle kişinin göğsünden desteklerken, kişinin mümkün olduğunca öne doğru eğilmesini söyleyin ki, tıkanmaya neden olan yabancı cisim bu şekilde soluk yolundan aşağı gitmek yerine ağza doğru hareket etsin
F Diğer elinizi topuk kısmıyla, kürek kemiklerinin arasından 5 kez sert şekilde vurun
Ø Yabancı cisim tıkanması, bu 5 darbenin her birinin etkisiyle açılmış mı, kontrol edin. Sert vuruşların amacı beş sayıdan ziyade tıkanmayı açmaktır
Ø Eğer sırttan vurulan beş darbe ile yabancı cismi çıkarma çabaları başarılı olamamışsa, aşağıda belirtildiği şekilde, beş kere “karından itme” uygulayın:
F Tıkanan kişinin arkasına geçerek, kollarınız (kişinin) üst karın bölgesine(ÇN:göbek çukurunun yukarısına) gelecek şekilde kişiyi sarmalayın
F Kişinin öne doğru eğilmesini sağlayın
F Yumruk haline getirdiğiniz bir elinizi, göbek çukuru ile ksifoid çıkıntı arasındaki boşluğunortasına yerleştirin
F Diğer elinizle, önceki koyduğunuz elinizi kenetleyerek; içe ve yukarı doğru sert darbeler uygulayın
F Beş kere tekrarlayın
Ø Tıkanma halen açılmadıysa, beş kez sırttan vurma ve beş kez karından itme şeklinde devam edin
3. Tıkanan kişinin herhangi bir anda bilinci kapanırsa:
Ø Bilinci kapanan kişiyi destekleyerek yere yatırın
Ø Hemen 112 yi arayın
Ø TYD ne başlayın (bölüm 5b deki erişkin TYD basamaklarına göre)
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Hafif Soluk Yolu Tıkanmaları
Öksürme, yüksek ve sürekli bir basınç oluşturarak yabancı cismi dışarı atmaya çalışır. Öksüren kişilere uygulanacak sırttan vurma, karından itme ve göğüs basısı; ciddi sorunlara yol açabilecek olasılıklardır ve hatta soluk yolu tıkanmasının daha kötüleşmesine neden olabilirler. O nedenle bu uygulamalar şiddetli soluk yolu tıkanmalarına saklanmalıdır. Hafif tıkanmalarda kişi göz önünde tutulmalı tıkanıklık geçene ya da şiddetli soluk yolu tıkanması oluşana kadar.
Yabancı Cisim Tıkanması ile Oluşan Şiddetli Soluk Yolu Tıkanmaları
Tıkanma sonucu boğulmalarla ilgili klinik veriler, çoğunlukla, geriye dönük ve fıkra/kısa hikayeler niteliğindedir. Bilinci açık erişkinlerle, 1 yaşın üstündeki çocuklarda oluşan tam YCT ile ilgili vaka kayıtları, sırttan vurmanın, karından itmenin ve göğse bastırmanın ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Aşağı yukarı olguların % 50 sinde, tek yöntem kullanılarak soluk yolu açılamamıştır. Oysa, sırttan vurma, karından itme ve göğüsten itme uygulamaları birlikte kullanıldığında daha başarılı olunmuştur. Anestezistlerin gönüllü olarak gerçekleştirdikleri iki (prospektif) araştırma ile kadavralar üzerinde yapılan araştırmalarda; yapılan kıyaslamada göğüsten itmede karından itmeye göre soluk yolunda daha yüksek basınç oluştuğu saptanmıştır.
Göğüsten itme ile göğse bası aynı gibi olsalar da; YCT nedeniyle bilincinin kapandığı bilinen ya da YCT nedeniyle kapandığından şüphelenilen kişilere, TYD başlanmasının gereği kurtarıcılara öğretilmelidir. TYD esnasında, soluk yolunu açarken, yabancı cismin çıkma olasılığı nedeniyle her seferinde, kişinin ağız içi, zaman kaybına fırsat vermeden kontrol edilmelidir.
Tıkanma şüphesi olmayan bilinç kapanmalarında ve kalp durmalarında TYD uygulanırken, ağız içini alışkanlı haline getirip kontrol etmek gereksizdir.
Heimlich manevrasını kişi kendi kendine de uygulayabilir; bir sandalyenin arkalığına göbeğin üstündeki boşluktan abanarak yabancı cisim çıkarılabilir.
İleri dönemhamilelerdeheimlich manevrası göğüs kemiğinin alt yarısına ( kalp masajı yapılan kısma ) uygulanır.
** Bebeklerde(1 yaşın altında), karaciğeri yaralayabileceği için, heimlich manevrası önerilmemektedir.
Bebeklerde yabancı cismi çıkarmak üzere, bebeği önkolunuza yüzüstü yatırıp elinizle çenesinden kavrayın; kolunuzu üstbacağa dayayın bebeğin başı aşağı doğru olacak şekilde (yerçekimini sağlamak üzere, bakınız:şekil) tutup, kürek kemiklerinin ortasından diğer elinizin topuk kısmıyla 5 kere sert ve hızlı darbeler vurun. Sonra Vurduğunuz el ile bebeğin başını kavrayıp kolunuzu bebeğin sırtına dayayıp (sandviç gibi görünecek) bebek o kol üzerene sırt üstü yatırılır ve göğüs basısında olduğu gibi 5 kere bası yapılır. Yabancı cisim çıkana, bilinci kaybolana, yardım gelene kadar 5 sırt 5 göğüs basısı olarak devam edilir.
Yanıklar'da İlk Yarım ve Tedavi.
Yanık Nedir?
Isı Yanıkları
Kimyasal Yanıklar
Elektrik Yanıkları
Yanık Nedir?
Isı, ışın, elektrik veya kimyasal maddelere maruz kalma sonucunda deri ve derialtı dokularda meydana gelen bir çeşit yaralanmadır.
Yanıkların değerlendirilmesi :yanıkların şiddetini 5 ETKEN belirler.
1-Derinlik
1. derece yanıklar: Derinin sadece en üst tabakasının zedelendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik ve ağrı görülür. Örnek: güneş yanıkları.
2. derece yanıklar: Derinin üst ve değişen oranlarda alt kısmının etkilendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik, ağrı ve su toplanması (bül) ile karakterizedir.
3. derece yanıklar: Tüm deriyi kapsayan; derialtı dokularına, derin dokulara ve hatta kemiklere kadar ulaşan yanıklardır. Deri kuru kayış gibi olabilir veya renk değişikliği görülebilir (kömür gibi, beyaz veya kahverengi olabilir ). Şiddetli yanıklarda, yüzeysel sinir uçları ve kan damarları zedeleneceğinden yanık alanda his kaybı olabilir, buna karşın çevredeki daha az yanmış olan doku aşırı ağrılı olabilir.
2- Yüzey miktarı okuzlar kuralı ile belirlenir.
3- Kritik alanların yanması :Eller ayaklar, yüz ve cinsel organlar.
4- Hastanın yaşı :Çok genç veya çok yaşlı olma.
5- Hastanın genel sağlık durumu : Diğer yaralanmalar veya hastalıklar (diabet, kalp, kronik böbrek hastalığı vb gibi).
HAFİF YANIKLAR:
Vücut yüzeyinin,
% 2 sinden az olan 3. derece yanıklardır.
% 15 inden az olan 2. derece yanıklardır.
ORTA ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 2-10 u arasındaki 3. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 15-25 i arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 50-75 i arasındaki 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Çocuklarda vücut yüzeyinin,
% 10-20 si arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Bebeklerde, tüm 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 10 undan fazla olan 3. derece yanıklar ve 3. derece el, ayak, yüz, cinsel organ yanıkları.
% 25 inden fazla olan 2. derece yanıklar.
Çocuklarda vücut yüzeyinin % 20 sinden fazla olan 1. derece yanıklar
Bebeklerde, tüm 3. derece yanıklar.
Başa Dön
Isı Yanıkları
Yaş ısı (buhar, her türlü kaynayan sıvı -su, yağ) ve kuru ısı (sıcak metaller, ütü, alev, güneş) ile meydana gelirler.
İlkyardım:
* Yanma sürecini sona erdirerek daha fazla yaralanmayı önlemek gerekir ; alevi söndürmek, kızgın metali uzaklaştırmak, yaş ısıya maruz kalmış giysileri çıkarmak vb gibi. (DİKKAT: alev yanığında sentetik giysiler deriye yapışmışsa dokunulmaz; kaynar sıvı yanığında eğer olayın üzerinden zaman geçmişse giysiler soğuk suya tutulmadan önce çıkarılmaz aksi halde yapışan deride çıkar)
1. derece yanıklarda
* ASLA yoğurt, salça, diş macunu, zeytinyağı vb. şeyler sürülmez !
* En az 10 dakika soğuk suya tutulur.
* Gerginliği azaltmak üzere yağlı krem veya ağrısını almak ve gerginliği azaltmak üzere yanık merhemi sürülebilir.
* Geniş yanıklarda, kişi kendi içebilecek durumdaysa bol sıvı içirilir.
2. derece yanıklarda tedavi 1. derece yanıklarla aynıdır. İlave olarak; büller ASLA PATLATILMAZ ! Gerekiyorsa hastaneye götürülerek steril koşullarda pansuman yaptırılır. Eğer bül geniş bir alanı kapsıyorsa, üstteki deri ASLA SOYULMAZ ! Eğer patlamışsa, o zaman içindeki sıvı boşaldıktan sonra o kısım antiseptikle silinip üzeri steril gazlı bez ile kapatılıp sargı beziyle sarılır. Zira flaster yanıklı dokuyu zedeleyebilir.
3. derece yanıklarda hastanın mutlaka bir yanık merkezine veya hastaneye götürülmesi gerekir. Hasta bilinçli (kendi içebilecek durumda) ise bol sıvı içirilir. ALKOLLÜ ve ASİTLİ içecekler İÇİRİLMEZ!
* Açık yanık yarası hava ile temas ettiği sürece ağrıya neden olacağından, yaranın hemen hava ile teması kesilmelidir, bunun için yara nemli steril gazlı bez ile kapatılır. Böylece enfeksiyondan da korunmuş olur
Kimyasal Yanıklar
Kuvvetli asit veya bazlarla meydana gelir. Çoğunlukla endüstri, laboratuar veya fabrikalarda görülür. Sadece kimyasal maddeler değil onların oluşturduğu gazlar ve buharlar da kimyasal yanıklara (özellikle solunum yolunda) neden olurlar. Bu gibi iş yerlerinde normalde gerekli önlemlerin alınmış, kişilerin eğitilmiş olması gerekir. Bu kişilerin yönlendirmeleri ile yardımcı olunması, ilk yardımcının kendisini koruması açısından önemlidir.
İlkyardım:
* Kendinizi korumayı sakın ihmal etmeyin.
* Hastanın kimyasal madde ile teması kesilmelidir. Kimyasal madde;
KURU (TOZ) ise: Toz kimyasal madde, önce bir fırça veya kuru bezle (en doğrusu elektrik süpürgesi ile) iyice vücuttan uzaklaştırılır, ondan sonra bol akan su ile yıkanır. Öncelikle fırçalamanın nedeni : toz halindeki kimyasal madde su ile karşılaştığında aktive olarak ciddi yanıklara yol açmaktadır.
SIVI ise: Hemen etkilenen bölgedeki giysiler çıkarılır ve etkilenen alan basınçlı su ile en az 10 dakika (ağrı dinene kadar) yıkanır.
Elektrik Yanıkları
Elektrik yanıkları, düşük veya yüksek voltajlı akımla temas sonucu meydana gelir :
0.9 - 1 mA etkisizdir
1 -10 mA hafif etkilenme/ağrı
10 -30 mA kol ve/veya bacakta kuvvet azalması
30 -75 mA solunum durması
75mA - 4 A kalp ritminde bozulma veya kalp durması
4 A ve üstü, kalp durması ve ölüm nedeni olabilir.
Ev aletleri yeterince ciddi yanıklara yol açabiliyorsa da genellikle, ciddi yanıklar yüksek voltajın bulunduğu fabrika ve yüksek gerilim hatlarında çalışanlarda görülmektedir.
Elektriğin yanığa neden olabilmesi için, bir noktadan vücuda girip başka bir noktadan çıkması gerekir. Elektrik yanıkları sonucunda 2 önemli tehlike vardır:
1- Doku hasarı, dıştan görülen kısmın küçüklüğünün tersine iç kısımda (derin dokularda) çok fazla olabilir. Giriş yarası küçük ama çıkış yarası tam tersine çok geniş ve derin olabilir. Yüksek voltajlı elektrik enerjisi kasları ve deriyi, organ amputasyonu gerektirecek ölçüde harap edebilir.
2- Yanığa ilaveten (birkaç saat sonrasında bile) kalp durabilir. o nedenle yüksek voltajlı akıma kapılmış kişi mutlaka hastaneye götürülmelidir. Akıma kapılmış kişiye DOKUNULMAZ ! Öncelikle akım kesilir, bunun için şalter indirilir veya eski tip sigorta ise tamamen çıkartılır (gevşetilip bırakılmaz!). Eğer sigorta ve şaltere ulaşma olanağı yoksa o zaman, yalıtkan bir madde ile (kuru tahta, lastik, plastik gibi) kişi elektrik kaynağından, ya da elektrik kaynağı (kablo vb ) kişiden uzaklaştırılır. Aksi halde yardım etmek isteyen kişi devreyi tamamlayacağından kendisi de akıma kapılabilir. Elektrik yanıklarının, vücudun tümünün veya bir bölümünün elektrik kaynağı ile toprak arasındaki devreyi tamamlaması sonucu oluştuğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
İlkyardım:
* ABC değerlendirilir ve devamlılığı sağlanır. Gerekiyorsa TYD sağlanır. Unutmayınız ki elektrik akımına kapılma nedeniyle kalbi durmuş kişileri hemen başlatılan TYD ile hayata döndürme şansı çok yüksektir.
* Yanık yaraları varsa kuru steril pansumanla kapatılır.
* Olası kırıklar tesbit edilerek atellenir.
* Tüm elektrik yanıkları hastanede daha ileri tedavi gerektiren ciddi yaralanmalardır
* Açık yanık yarası oluşmuşsa, hemen steril gazlı bezle kapatılıp hastaneye götürülür
Isı Yanıkları
Kimyasal Yanıklar
Elektrik Yanıkları
Yanık Nedir?
Isı, ışın, elektrik veya kimyasal maddelere maruz kalma sonucunda deri ve derialtı dokularda meydana gelen bir çeşit yaralanmadır.
Yanıkların değerlendirilmesi :yanıkların şiddetini 5 ETKEN belirler.
1-Derinlik
1. derece yanıklar: Derinin sadece en üst tabakasının zedelendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik ve ağrı görülür. Örnek: güneş yanıkları.
2. derece yanıklar: Derinin üst ve değişen oranlarda alt kısmının etkilendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik, ağrı ve su toplanması (bül) ile karakterizedir.
3. derece yanıklar: Tüm deriyi kapsayan; derialtı dokularına, derin dokulara ve hatta kemiklere kadar ulaşan yanıklardır. Deri kuru kayış gibi olabilir veya renk değişikliği görülebilir (kömür gibi, beyaz veya kahverengi olabilir ). Şiddetli yanıklarda, yüzeysel sinir uçları ve kan damarları zedeleneceğinden yanık alanda his kaybı olabilir, buna karşın çevredeki daha az yanmış olan doku aşırı ağrılı olabilir.
2- Yüzey miktarı okuzlar kuralı ile belirlenir.
3- Kritik alanların yanması :Eller ayaklar, yüz ve cinsel organlar.
4- Hastanın yaşı :Çok genç veya çok yaşlı olma.
5- Hastanın genel sağlık durumu : Diğer yaralanmalar veya hastalıklar (diabet, kalp, kronik böbrek hastalığı vb gibi).
HAFİF YANIKLAR:
Vücut yüzeyinin,
% 2 sinden az olan 3. derece yanıklardır.
% 15 inden az olan 2. derece yanıklardır.
ORTA ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 2-10 u arasındaki 3. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 15-25 i arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 50-75 i arasındaki 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Çocuklarda vücut yüzeyinin,
% 10-20 si arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Bebeklerde, tüm 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 10 undan fazla olan 3. derece yanıklar ve 3. derece el, ayak, yüz, cinsel organ yanıkları.
% 25 inden fazla olan 2. derece yanıklar.
Çocuklarda vücut yüzeyinin % 20 sinden fazla olan 1. derece yanıklar
Bebeklerde, tüm 3. derece yanıklar.
Başa Dön
Isı Yanıkları
Yaş ısı (buhar, her türlü kaynayan sıvı -su, yağ) ve kuru ısı (sıcak metaller, ütü, alev, güneş) ile meydana gelirler.
İlkyardım:
* Yanma sürecini sona erdirerek daha fazla yaralanmayı önlemek gerekir ; alevi söndürmek, kızgın metali uzaklaştırmak, yaş ısıya maruz kalmış giysileri çıkarmak vb gibi. (DİKKAT: alev yanığında sentetik giysiler deriye yapışmışsa dokunulmaz; kaynar sıvı yanığında eğer olayın üzerinden zaman geçmişse giysiler soğuk suya tutulmadan önce çıkarılmaz aksi halde yapışan deride çıkar)
1. derece yanıklarda
* ASLA yoğurt, salça, diş macunu, zeytinyağı vb. şeyler sürülmez !
* En az 10 dakika soğuk suya tutulur.
* Gerginliği azaltmak üzere yağlı krem veya ağrısını almak ve gerginliği azaltmak üzere yanık merhemi sürülebilir.
* Geniş yanıklarda, kişi kendi içebilecek durumdaysa bol sıvı içirilir.
2. derece yanıklarda tedavi 1. derece yanıklarla aynıdır. İlave olarak; büller ASLA PATLATILMAZ ! Gerekiyorsa hastaneye götürülerek steril koşullarda pansuman yaptırılır. Eğer bül geniş bir alanı kapsıyorsa, üstteki deri ASLA SOYULMAZ ! Eğer patlamışsa, o zaman içindeki sıvı boşaldıktan sonra o kısım antiseptikle silinip üzeri steril gazlı bez ile kapatılıp sargı beziyle sarılır. Zira flaster yanıklı dokuyu zedeleyebilir.
3. derece yanıklarda hastanın mutlaka bir yanık merkezine veya hastaneye götürülmesi gerekir. Hasta bilinçli (kendi içebilecek durumda) ise bol sıvı içirilir. ALKOLLÜ ve ASİTLİ içecekler İÇİRİLMEZ!
* Açık yanık yarası hava ile temas ettiği sürece ağrıya neden olacağından, yaranın hemen hava ile teması kesilmelidir, bunun için yara nemli steril gazlı bez ile kapatılır. Böylece enfeksiyondan da korunmuş olur
Kimyasal Yanıklar
Kuvvetli asit veya bazlarla meydana gelir. Çoğunlukla endüstri, laboratuar veya fabrikalarda görülür. Sadece kimyasal maddeler değil onların oluşturduğu gazlar ve buharlar da kimyasal yanıklara (özellikle solunum yolunda) neden olurlar. Bu gibi iş yerlerinde normalde gerekli önlemlerin alınmış, kişilerin eğitilmiş olması gerekir. Bu kişilerin yönlendirmeleri ile yardımcı olunması, ilk yardımcının kendisini koruması açısından önemlidir.
İlkyardım:
* Kendinizi korumayı sakın ihmal etmeyin.
* Hastanın kimyasal madde ile teması kesilmelidir. Kimyasal madde;
KURU (TOZ) ise: Toz kimyasal madde, önce bir fırça veya kuru bezle (en doğrusu elektrik süpürgesi ile) iyice vücuttan uzaklaştırılır, ondan sonra bol akan su ile yıkanır. Öncelikle fırçalamanın nedeni : toz halindeki kimyasal madde su ile karşılaştığında aktive olarak ciddi yanıklara yol açmaktadır.
SIVI ise: Hemen etkilenen bölgedeki giysiler çıkarılır ve etkilenen alan basınçlı su ile en az 10 dakika (ağrı dinene kadar) yıkanır.
Elektrik Yanıkları
Elektrik yanıkları, düşük veya yüksek voltajlı akımla temas sonucu meydana gelir :
0.9 - 1 mA etkisizdir
1 -10 mA hafif etkilenme/ağrı
10 -30 mA kol ve/veya bacakta kuvvet azalması
30 -75 mA solunum durması
75mA - 4 A kalp ritminde bozulma veya kalp durması
4 A ve üstü, kalp durması ve ölüm nedeni olabilir.
Ev aletleri yeterince ciddi yanıklara yol açabiliyorsa da genellikle, ciddi yanıklar yüksek voltajın bulunduğu fabrika ve yüksek gerilim hatlarında çalışanlarda görülmektedir.
Elektriğin yanığa neden olabilmesi için, bir noktadan vücuda girip başka bir noktadan çıkması gerekir. Elektrik yanıkları sonucunda 2 önemli tehlike vardır:
1- Doku hasarı, dıştan görülen kısmın küçüklüğünün tersine iç kısımda (derin dokularda) çok fazla olabilir. Giriş yarası küçük ama çıkış yarası tam tersine çok geniş ve derin olabilir. Yüksek voltajlı elektrik enerjisi kasları ve deriyi, organ amputasyonu gerektirecek ölçüde harap edebilir.
2- Yanığa ilaveten (birkaç saat sonrasında bile) kalp durabilir. o nedenle yüksek voltajlı akıma kapılmış kişi mutlaka hastaneye götürülmelidir. Akıma kapılmış kişiye DOKUNULMAZ ! Öncelikle akım kesilir, bunun için şalter indirilir veya eski tip sigorta ise tamamen çıkartılır (gevşetilip bırakılmaz!). Eğer sigorta ve şaltere ulaşma olanağı yoksa o zaman, yalıtkan bir madde ile (kuru tahta, lastik, plastik gibi) kişi elektrik kaynağından, ya da elektrik kaynağı (kablo vb ) kişiden uzaklaştırılır. Aksi halde yardım etmek isteyen kişi devreyi tamamlayacağından kendisi de akıma kapılabilir. Elektrik yanıklarının, vücudun tümünün veya bir bölümünün elektrik kaynağı ile toprak arasındaki devreyi tamamlaması sonucu oluştuğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
İlkyardım:
* ABC değerlendirilir ve devamlılığı sağlanır. Gerekiyorsa TYD sağlanır. Unutmayınız ki elektrik akımına kapılma nedeniyle kalbi durmuş kişileri hemen başlatılan TYD ile hayata döndürme şansı çok yüksektir.
* Yanık yaraları varsa kuru steril pansumanla kapatılır.
* Olası kırıklar tesbit edilerek atellenir.
* Tüm elektrik yanıkları hastanede daha ileri tedavi gerektiren ciddi yaralanmalardır
* Açık yanık yarası oluşmuşsa, hemen steril gazlı bezle kapatılıp hastaneye götürülür
Alkol-Madde Bağımlılığı İçin Önerilebilecek Bir Bakış Açısı
Hazırlayanlar. İnci Özgür İlhan, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri AD, Alkol-Madde Bağımlılığı Tedavi Birimi
Son zamanlarda “seçilmiş” bazı kişilerin/populer kimliklerin madde bağımlılığı nedeniyle daha çok konu haline getirilmesi çok dikkat çekicidir. Oysa, Batı toplumlarındaki kadar yaygın görülmese de, madde bağımlılığı sorununun Türkiye için önemi üzerinde bu vesileyle durulması yerine toplumu ilgilendiren bir halk sağlığı sorunu olarak durulması başta ruh sağlığı ve halk sağlığı profesyonellerinin işidir. Basın tüm toplum üzerindeki baskın ve öncelikli yerini bir kez daha akademik alandan önce gösterebilmiştir.
Bu yazıda alkol-madde bağımlılığı sorununun içinde ele alınması önerilen tıbbi model tanımlanacak ve madde bağımlılığı bir süreç olarak tanımlanmaya çalışılacaktır.
Alkol-Madde Bağımlısı için rastlanabilen (örtük/açık) yargılar “Madde kullananlar kontrol edilmesi gereken tehlikeli kişilerdir.”, “Madde bağımlıları iradesizdir.”, “Madde bağımlılığında tedavi sonuç vermez.” ifadeleriyle örneklenebilir. Bu yargılar, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, gibi bir çırpıda yapılabilen ayrımların hastalık-sağlıklı olma biçiminde yansımasıdır. Tıpta ontolojik hastalık modeline göre hastalık-sağlık bu tek boyutlu tanım içinde alınır ve hastalık bağlamından ayrı olarak kendi içinde tanımlanır. Ontolojik hastalık modeline göre nedensellik (yani etiyoloji-hastalık ilişkisi) doğrusal bir ilişkidir. Buna göre hastalık, hastanın/olgunun dışında ve ondan bağımsız gerçekliği olan durumdur. Tüm olgular aynıdır. Tüberküloz bir hastalıksa bunun nedeni bir mikroorganizmadır, tüberkülozun ilacı da bellidir. (Tıp öğrencisine kalan bu ilişkiyi ezberlemektir! Bu kadar bilgiye rağmen tüberküloz toplumun önemli bir kesimini yakalamaya devam etmektedir.) Fizyolojik hastalık modeline göre ise hastalık kişinin eylemleri, yaşam biçimi ve çevreyle ilişkileri bağlamında açıklanır. Hastalık sistemde bir şeylerin yanlış gitmesidir; hasta olan insan, yani “olgu” bu sistemin içinde merkezdedir. Alkol-madde bağımlılığı için bir adım daha ileri gidilmesi bağımlılığın tanımlanmasına katkıda bulunacaktır.
Bağımlılığın Gelişme Süreci-Değişimin Evreleri Modeline göre bağımlılığın gelişme “evreleri” tanımlanmıştır. Birinci evre “başlama ve bağımlılığın ortaya çıkması” evresidir. Bu evrede madde ile karşılaşılır ve kullanım başlar. İkinci evrede maddenin kullanımı hoşa giden ve olumlu yaşantıları getirir. Doğrudan (bunaltının giderilmesi gibi) ya da dolaylı olarak (toplumsal ödüllenme gibi) yaşanan olumlu sonuçlardır bunlar. Bağımlılığın erken evrelerinde ve maddenin ilk etkileri yaşandığında maddeyle bağlantılandırılan durumlar/sonuçlar maddeyi kullanma lehine motivasyonel yöndedir. Davranışın yinelenmesiyle madde/davranış-sonuç ilişkisi pekişir. İleriki bir zamanda maddeyi çağrıştıran durumlarla karşılaşıldığında bu motivasyonel süreçle başa çıkma ayrı bir çabayı gerektirecektir.
Üçüncü evre istenmeyen sonuçların ortaya çıktığı evredir. Bu evrede pek çok kişi davranışını sınırlayabilir ya da değiştirebilir, ancak bağımlılık gelişmişse bu olmayabilir; çoğu zaman da böyle değildir. Bu olumsuz sonuçlarla birlikte maddeyi kullanmanın olumlu sonuçları da yaşanıyordur. Bu evrede kişi olumsuz sonuçların maddeden kaynaklandığının hala farkında değildir; bağımlılık davranışıyla yaşamındaki sorunlar arasında bir nedensellik kurmaktan uzak durarak aynı davranış örüntülerini yineleyen bir biçimde sergilemeye devam eder. Bu bağlamda alkol/madde bağımlılığında belki de temel olarak üzerinde çalışılması gereken bir bilişsel-duygulanımsal süreç “bağımlıca düşünme”dir. Bu düşünce biçimi, gerçekliğin çarpık bir algılaması olarak değerlendirilmiştir: bağımlı birey -bağımlılıktan kaynaklanan- sorunlarının kaynağı olarak başkalarını görmektedir. Zamanı algılayışında da sorunlar vardır: Yakın gelecekle ilgili beklenenler, daha uzak gelecekle ilgili algılama zayıflığıyla ilgili olarak, önceliklidir. Bu sorunlarla ilgili rahatsızlığını en aza indirmek için de daha önce istediği sonuçları gördüğü madde kullanma davranışını sürdürür.
Dördüncü evrede (dönüm noktası ve bırakmanın başlaması evresi) maddeyi bırakma düşüncesi belirir. Bu düşünce bağımlılığın aslını oluşturan “ambivalansı” da beraberinde getirir. Bağımlılık davranışı bir taraftan zarar verirken bir taraftan da kişiye hizmet eder. Bu ambivalansın temelini oluşturur. Artık bu evrede kişisel sorumluluğun kabulu söz konusudur. Bağımlı kişi bir dönüm noktasındadır.
Değişimdavranışla ilgili farkındalığın artışıyla birlikte görülebileceği gibi bir sonraki aşamadan bir önceki aşamaya dönüşle de gerçekleşebilir (relaps-madde kullanma davranışının yeniden yapılanması. Tüm bu evreler boyunca doğrusal bir ilerleyiş söz konusu değildir; model durumsal, bilişsel, kişilerarası ilişkiler, kişisel ve biyolojik etkenlerin rollerini de dışlamamaktadır.
Bugünün toplumunda sıkça bulunan can sıkıntısı, çaresizlik, yalnızlık gibi yaşantılardan ya pasif yaşantı biçimlerine sığınarak (televizyon seyretmek gibi) ya da kompulsif, çabuk ve kısa süreli doyumlara yönelerek kurtulmaya çalışılmaktadır. Bu görüş, uzak sonuçları görmeksizin o anı yaşamaya vurgu yapan, plan yapmadaki güçlükler, gerçekçi olmayan çözüm yolları üretme, klişelere takılmış kısıtlı bir dil gibi işlevlerdeki eksikliklerle belirgin bir kişilik profili çizmiştir. Madde kullanımı da çizilen bu kişiliğin tercih edebileceği çok hazır bir seçenek olarak, diğer sayılan örnekler gibi çabuk bir çözüm olarak alınabilir. Doğan (1996) zamanla ilgili yaşanan bu algılama sorununu çağın hastalığı olarak adlandırmıştır. Bugünün modern toplumlarında, özellikle Batı için tanımlanmış bir özellik insanların “toplum” olma duygusunun manipulatif ve yalnızlaştırıcı güçlerin etkisiyle gelişemediği, bireylerin birbiriyle doyurucu ilişkiler geliştiremediği, dolayısıyla yalnızlaştığı, birbiriyle aktif ilişkiler geliştirmiş bir toplumdan çok bir “yığın” oluşturduğu, bireyin merkezi bir otoritenin etkisi altında otonomi kaybını yaşadığı ve her bireyin boş “kendiliğini” tüketim maddeleri, yemek, bağımlılık yapabilen maddelerle… doldurmaya çalıştığı ileri sürülmüştür. Alkol-madde bağımlılığının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde tanımlanması çözümün de her iki düzeyde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki son günlerde, basının da manipülasyonuyla, bağımlılık sorunu tüm toplumun sahiplendiği bir sorun halinde halen konuşulmaktadır
Son zamanlarda “seçilmiş” bazı kişilerin/populer kimliklerin madde bağımlılığı nedeniyle daha çok konu haline getirilmesi çok dikkat çekicidir. Oysa, Batı toplumlarındaki kadar yaygın görülmese de, madde bağımlılığı sorununun Türkiye için önemi üzerinde bu vesileyle durulması yerine toplumu ilgilendiren bir halk sağlığı sorunu olarak durulması başta ruh sağlığı ve halk sağlığı profesyonellerinin işidir. Basın tüm toplum üzerindeki baskın ve öncelikli yerini bir kez daha akademik alandan önce gösterebilmiştir.
Bu yazıda alkol-madde bağımlılığı sorununun içinde ele alınması önerilen tıbbi model tanımlanacak ve madde bağımlılığı bir süreç olarak tanımlanmaya çalışılacaktır.
Alkol-Madde Bağımlısı için rastlanabilen (örtük/açık) yargılar “Madde kullananlar kontrol edilmesi gereken tehlikeli kişilerdir.”, “Madde bağımlıları iradesizdir.”, “Madde bağımlılığında tedavi sonuç vermez.” ifadeleriyle örneklenebilir. Bu yargılar, iyi-kötü, olumlu-olumsuz, gibi bir çırpıda yapılabilen ayrımların hastalık-sağlıklı olma biçiminde yansımasıdır. Tıpta ontolojik hastalık modeline göre hastalık-sağlık bu tek boyutlu tanım içinde alınır ve hastalık bağlamından ayrı olarak kendi içinde tanımlanır. Ontolojik hastalık modeline göre nedensellik (yani etiyoloji-hastalık ilişkisi) doğrusal bir ilişkidir. Buna göre hastalık, hastanın/olgunun dışında ve ondan bağımsız gerçekliği olan durumdur. Tüm olgular aynıdır. Tüberküloz bir hastalıksa bunun nedeni bir mikroorganizmadır, tüberkülozun ilacı da bellidir. (Tıp öğrencisine kalan bu ilişkiyi ezberlemektir! Bu kadar bilgiye rağmen tüberküloz toplumun önemli bir kesimini yakalamaya devam etmektedir.) Fizyolojik hastalık modeline göre ise hastalık kişinin eylemleri, yaşam biçimi ve çevreyle ilişkileri bağlamında açıklanır. Hastalık sistemde bir şeylerin yanlış gitmesidir; hasta olan insan, yani “olgu” bu sistemin içinde merkezdedir. Alkol-madde bağımlılığı için bir adım daha ileri gidilmesi bağımlılığın tanımlanmasına katkıda bulunacaktır.
Bağımlılığın Gelişme Süreci-Değişimin Evreleri Modeline göre bağımlılığın gelişme “evreleri” tanımlanmıştır. Birinci evre “başlama ve bağımlılığın ortaya çıkması” evresidir. Bu evrede madde ile karşılaşılır ve kullanım başlar. İkinci evrede maddenin kullanımı hoşa giden ve olumlu yaşantıları getirir. Doğrudan (bunaltının giderilmesi gibi) ya da dolaylı olarak (toplumsal ödüllenme gibi) yaşanan olumlu sonuçlardır bunlar. Bağımlılığın erken evrelerinde ve maddenin ilk etkileri yaşandığında maddeyle bağlantılandırılan durumlar/sonuçlar maddeyi kullanma lehine motivasyonel yöndedir. Davranışın yinelenmesiyle madde/davranış-sonuç ilişkisi pekişir. İleriki bir zamanda maddeyi çağrıştıran durumlarla karşılaşıldığında bu motivasyonel süreçle başa çıkma ayrı bir çabayı gerektirecektir.
Üçüncü evre istenmeyen sonuçların ortaya çıktığı evredir. Bu evrede pek çok kişi davranışını sınırlayabilir ya da değiştirebilir, ancak bağımlılık gelişmişse bu olmayabilir; çoğu zaman da böyle değildir. Bu olumsuz sonuçlarla birlikte maddeyi kullanmanın olumlu sonuçları da yaşanıyordur. Bu evrede kişi olumsuz sonuçların maddeden kaynaklandığının hala farkında değildir; bağımlılık davranışıyla yaşamındaki sorunlar arasında bir nedensellik kurmaktan uzak durarak aynı davranış örüntülerini yineleyen bir biçimde sergilemeye devam eder. Bu bağlamda alkol/madde bağımlılığında belki de temel olarak üzerinde çalışılması gereken bir bilişsel-duygulanımsal süreç “bağımlıca düşünme”dir. Bu düşünce biçimi, gerçekliğin çarpık bir algılaması olarak değerlendirilmiştir: bağımlı birey -bağımlılıktan kaynaklanan- sorunlarının kaynağı olarak başkalarını görmektedir. Zamanı algılayışında da sorunlar vardır: Yakın gelecekle ilgili beklenenler, daha uzak gelecekle ilgili algılama zayıflığıyla ilgili olarak, önceliklidir. Bu sorunlarla ilgili rahatsızlığını en aza indirmek için de daha önce istediği sonuçları gördüğü madde kullanma davranışını sürdürür.
Dördüncü evrede (dönüm noktası ve bırakmanın başlaması evresi) maddeyi bırakma düşüncesi belirir. Bu düşünce bağımlılığın aslını oluşturan “ambivalansı” da beraberinde getirir. Bağımlılık davranışı bir taraftan zarar verirken bir taraftan da kişiye hizmet eder. Bu ambivalansın temelini oluşturur. Artık bu evrede kişisel sorumluluğun kabulu söz konusudur. Bağımlı kişi bir dönüm noktasındadır.
Değişimdavranışla ilgili farkındalığın artışıyla birlikte görülebileceği gibi bir sonraki aşamadan bir önceki aşamaya dönüşle de gerçekleşebilir (relaps-madde kullanma davranışının yeniden yapılanması. Tüm bu evreler boyunca doğrusal bir ilerleyiş söz konusu değildir; model durumsal, bilişsel, kişilerarası ilişkiler, kişisel ve biyolojik etkenlerin rollerini de dışlamamaktadır.
Bugünün toplumunda sıkça bulunan can sıkıntısı, çaresizlik, yalnızlık gibi yaşantılardan ya pasif yaşantı biçimlerine sığınarak (televizyon seyretmek gibi) ya da kompulsif, çabuk ve kısa süreli doyumlara yönelerek kurtulmaya çalışılmaktadır. Bu görüş, uzak sonuçları görmeksizin o anı yaşamaya vurgu yapan, plan yapmadaki güçlükler, gerçekçi olmayan çözüm yolları üretme, klişelere takılmış kısıtlı bir dil gibi işlevlerdeki eksikliklerle belirgin bir kişilik profili çizmiştir. Madde kullanımı da çizilen bu kişiliğin tercih edebileceği çok hazır bir seçenek olarak, diğer sayılan örnekler gibi çabuk bir çözüm olarak alınabilir. Doğan (1996) zamanla ilgili yaşanan bu algılama sorununu çağın hastalığı olarak adlandırmıştır. Bugünün modern toplumlarında, özellikle Batı için tanımlanmış bir özellik insanların “toplum” olma duygusunun manipulatif ve yalnızlaştırıcı güçlerin etkisiyle gelişemediği, bireylerin birbiriyle doyurucu ilişkiler geliştiremediği, dolayısıyla yalnızlaştığı, birbiriyle aktif ilişkiler geliştirmiş bir toplumdan çok bir “yığın” oluşturduğu, bireyin merkezi bir otoritenin etkisi altında otonomi kaybını yaşadığı ve her bireyin boş “kendiliğini” tüketim maddeleri, yemek, bağımlılık yapabilen maddelerle… doldurmaya çalıştığı ileri sürülmüştür. Alkol-madde bağımlılığının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde tanımlanması çözümün de her iki düzeyde gerçekleştirilmesi gerektiğini düşündürmektedir. Kaldı ki son günlerde, basının da manipülasyonuyla, bağımlılık sorunu tüm toplumun sahiplendiği bir sorun halinde halen konuşulmaktadır
Panİk Atakta ÖlÜm Rİskİ!..
Memorial Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sa?lı?ı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayten Erdo?an, panik bozuklu?un yaygın olarak görülen bir rahatsızlık oldu?unu anlattı:
''Panik bozukluk çocuk ve ergenlerde kalp çarpıntısı, nefes darlı?ı gibi belirtilerle ba?lıyor, beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan ve tekrarlayan yo?un korku veya rahatsızlık dönemleriyle devam ediyor.''
Belirtileri neler?
A?ırı derecede korkulu olma (kötü bir ?ey olacak duygusu)
Kalbin hızlı veya ?iddetli bir ?ekilde çarpması
Sersemlik veya ba? dönmesi
Titreme veya sarsılmalar
Gerçek dı?ılık hissi
Ölüm korkusu
Kontrolü veya aklını kaybetme korkusu
Tedavi edilmezse ne olur?
Te?his ve tedavi edilmemesi durumunda panik bozuklu?u ve yol açtı?ı komplikasyonlar ciddi sonuçlar do?urabiliyor.
Panik atak, ili?ki, okul durumu veya normal geli?imi bozabilir.
Panik bozuklu?u olan çocuklar panik atak geçirmeseler bile sürekli kaygı duymaya ba?layabilirler
Bazıları panik ata?ın ortaya çıkabilece?ini veya yardım bulamayacaklarını dü?ündükleri ortamlardan kaçınabilirler. Örne?in okula gitmek veya ailesinden ayrılmak istemeyebilir.
A?ır vakalar evden çıkmaktan dahi kaçınabilir.
Panik bozuklu?u olanda a?ır depresyon geli?ebilir ve intihar riski artabilir.
Kaygıyı azaltmak amacıyla panik bozuklu?u olanlar alkol veya uyu?turucuya da ba?vurabilir.
Nasıl te?his edilir?
Uzm.Dr. Ayten Erdo?an, panik bozuklu?unun te?hisinin ço?u zaman zor oldu?unu anlattı:
''Panik bozuklu?un te?hisi güçtür. Bu da çocu?un birçok fiziksel muayene ve testten geçmesine neden olabilir.
Do?ru bir ?ekilde de?erlendirilmesi ve te?his edilmesi durumunda panik bozukluk ço?unlukla tedaviye iyi yanıt verir. Panik atak belirtileri öncelikle çocuk doktoru tarafından de?erlendirilmelidir.
Belirtilerin altında yatan ba?ka bir fiziksel hastalık veya durum belirlenememesi durumunda bir çocuk ve ergen ruh sa?lı?ı ve hastalıkları uzmanı hekim tarafından kapsamlı bir de?erlendirme yapılmalıdır.''
Erken tedavi riskleri önlüyor!
Uzm. Dr. Erdo?an, panik atak rahatsızlı?ının tedavisinde çe?itli yöntemlerin uygulandı?ını da anlattı:
''Panik atak için etkili olan çe?itli tedavi yöntemleri mevcuttur. Bazı ilaçlar panik atakları durdurabilmektedir. Psikoterapi de çocuk ve ailenin stres veya çatı?maları azaltma yollarını ö?renmelerine yardımcı olabilmektedir.
Ayrıca özel bazı tedavi yöntemleri ile çocu?a kaygı ve ortaya çıkan panik atakları kontrol etmesi ö?retilebilmektedir. Panik bozuklu?u olan çocuk ve ergenlerin ço?u ilaç ve psikoterapinin birlikte kullanıldı?ı tedavilerden fayda sa?lamaktadır.
Tedavi ile panik ataklar genellikle durdurulabilmektedir. Erken tedavi ile panik ata?ın yol açtı?ı agorafobi, depresyon ve madde kullanımı gibi komplikasyonlar da önlenebilmektedir.
''Panik bozukluk çocuk ve ergenlerde kalp çarpıntısı, nefes darlı?ı gibi belirtilerle ba?lıyor, beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan ve tekrarlayan yo?un korku veya rahatsızlık dönemleriyle devam ediyor.''
Belirtileri neler?
A?ırı derecede korkulu olma (kötü bir ?ey olacak duygusu)
Kalbin hızlı veya ?iddetli bir ?ekilde çarpması
Sersemlik veya ba? dönmesi
Titreme veya sarsılmalar
Gerçek dı?ılık hissi
Ölüm korkusu
Kontrolü veya aklını kaybetme korkusu
Tedavi edilmezse ne olur?
Te?his ve tedavi edilmemesi durumunda panik bozuklu?u ve yol açtı?ı komplikasyonlar ciddi sonuçlar do?urabiliyor.
Panik atak, ili?ki, okul durumu veya normal geli?imi bozabilir.
Panik bozuklu?u olan çocuklar panik atak geçirmeseler bile sürekli kaygı duymaya ba?layabilirler
Bazıları panik ata?ın ortaya çıkabilece?ini veya yardım bulamayacaklarını dü?ündükleri ortamlardan kaçınabilirler. Örne?in okula gitmek veya ailesinden ayrılmak istemeyebilir.
A?ır vakalar evden çıkmaktan dahi kaçınabilir.
Panik bozuklu?u olanda a?ır depresyon geli?ebilir ve intihar riski artabilir.
Kaygıyı azaltmak amacıyla panik bozuklu?u olanlar alkol veya uyu?turucuya da ba?vurabilir.
Nasıl te?his edilir?
Uzm.Dr. Ayten Erdo?an, panik bozuklu?unun te?hisinin ço?u zaman zor oldu?unu anlattı:
''Panik bozuklu?un te?hisi güçtür. Bu da çocu?un birçok fiziksel muayene ve testten geçmesine neden olabilir.
Do?ru bir ?ekilde de?erlendirilmesi ve te?his edilmesi durumunda panik bozukluk ço?unlukla tedaviye iyi yanıt verir. Panik atak belirtileri öncelikle çocuk doktoru tarafından de?erlendirilmelidir.
Belirtilerin altında yatan ba?ka bir fiziksel hastalık veya durum belirlenememesi durumunda bir çocuk ve ergen ruh sa?lı?ı ve hastalıkları uzmanı hekim tarafından kapsamlı bir de?erlendirme yapılmalıdır.''
Erken tedavi riskleri önlüyor!
Uzm. Dr. Erdo?an, panik atak rahatsızlı?ının tedavisinde çe?itli yöntemlerin uygulandı?ını da anlattı:
''Panik atak için etkili olan çe?itli tedavi yöntemleri mevcuttur. Bazı ilaçlar panik atakları durdurabilmektedir. Psikoterapi de çocuk ve ailenin stres veya çatı?maları azaltma yollarını ö?renmelerine yardımcı olabilmektedir.
Ayrıca özel bazı tedavi yöntemleri ile çocu?a kaygı ve ortaya çıkan panik atakları kontrol etmesi ö?retilebilmektedir. Panik bozuklu?u olan çocuk ve ergenlerin ço?u ilaç ve psikoterapinin birlikte kullanıldı?ı tedavilerden fayda sa?lamaktadır.
Tedavi ile panik ataklar genellikle durdurulabilmektedir. Erken tedavi ile panik ata?ın yol açtı?ı agorafobi, depresyon ve madde kullanımı gibi komplikasyonlar da önlenebilmektedir.
Bel Ölçümüz
Bel çevresi 100 cm (40 inch)’den daha geniş olan erkeklerin, bel çevresi 74-86 (29-34 inch) arasında olanlara göre tip 2 diyabet hastalığına yakalanma risklerinin 12 kat fazla olduğu belirlendi. Aynı zamanda bel çevresi ölçümünün tip 2 diyabet hastalığına yakalanma riski açısından vücut kitle indeksinden daha iyi bir kriter olduğu da ortaya çıktı.
Araştırmalar elma tipi şişmanlıkla armut tipi şişmanlık arasında hastalık riski açısından önemli farklar olduğunu ortaya koymuştur. Elma tipi şişmanlık vücut yağlarının daha çok orta bölgede (karın-bel) toplanması ile karakterize şişmanlıktır. Armut tipi şişmanlıkta ise vücuttaki fazla yağlar daha aşağıda (kalça) ve daha yayılmış olarak bulunurlar. Bel çevresinin kadınlarda 90 cm (35 inch)’den daha geniş olması tip 2 diyabet riskini benzer oranlarda artırmaktadır. Bel çevresinde 1-2 cm’lik bir düşüşün bile başta diyabet olmak üzere inme (felç), kalp krizi ve kan şekeri yüksekliğinde anlamlı iyileştirmelere neden olduğu da bir gerçektir. Ancak bel çevresi incelmesi zaman isteyen bir süreçtir ve çok sık ölçümlerle kişi moral düzeyini düşürmemelidir. En iyi takip haftada bir kez yapılan ölçümlerle bel çevrenizdeki azalmayı takip etmektir.
Kadınlar daha çok armut tipi şişmanlığa yatkındırlar. Estetik kaygılar bir yana bırakılırsa bu tip şişmanlık tip 2 diyabet, kalp krizi ve inme açısından daha düşük risk taşımaktadır. Kadınlarda armut tipi yağ dağılımının asıl nedeni ise östrojen (kadın cinsel hormonu)’dir. Böylece kadınların üretken oldukları dönem boyunca yani menopoza girinceye kadar adı geçen hastalıklara yakalanma riskleri erkeklerden daha düşüktür. Ancak menopoza girdikten sonra ilaç olarak östrojen kullanımının aynı yararları sağlayıp sağlamadığı halen tartışılan bir konudur.
Menapoz sonrası östrojen kullanımının meme kanseri, kan pıhtılaşma hızı, inme ve hatta hafıza kaybı riskini artırdığı bilinmektedir. Menapozda ortaya çıkan depresif duygulanım bozuklukları, sıcak basmaları, yorgunluk, konsantrasyon bozuklukları gibi pek çok şikayetin tedavisinde östrojen kullanan kadın sayısı oldukça fazladır. Ancak önemli riskleri de olan östrojen kullanımının mutlaka hekim kontrolünde yapılması gereklidir.
Araştırmalar elma tipi şişmanlıkla armut tipi şişmanlık arasında hastalık riski açısından önemli farklar olduğunu ortaya koymuştur. Elma tipi şişmanlık vücut yağlarının daha çok orta bölgede (karın-bel) toplanması ile karakterize şişmanlıktır. Armut tipi şişmanlıkta ise vücuttaki fazla yağlar daha aşağıda (kalça) ve daha yayılmış olarak bulunurlar. Bel çevresinin kadınlarda 90 cm (35 inch)’den daha geniş olması tip 2 diyabet riskini benzer oranlarda artırmaktadır. Bel çevresinde 1-2 cm’lik bir düşüşün bile başta diyabet olmak üzere inme (felç), kalp krizi ve kan şekeri yüksekliğinde anlamlı iyileştirmelere neden olduğu da bir gerçektir. Ancak bel çevresi incelmesi zaman isteyen bir süreçtir ve çok sık ölçümlerle kişi moral düzeyini düşürmemelidir. En iyi takip haftada bir kez yapılan ölçümlerle bel çevrenizdeki azalmayı takip etmektir.
Kadınlar daha çok armut tipi şişmanlığa yatkındırlar. Estetik kaygılar bir yana bırakılırsa bu tip şişmanlık tip 2 diyabet, kalp krizi ve inme açısından daha düşük risk taşımaktadır. Kadınlarda armut tipi yağ dağılımının asıl nedeni ise östrojen (kadın cinsel hormonu)’dir. Böylece kadınların üretken oldukları dönem boyunca yani menopoza girinceye kadar adı geçen hastalıklara yakalanma riskleri erkeklerden daha düşüktür. Ancak menopoza girdikten sonra ilaç olarak östrojen kullanımının aynı yararları sağlayıp sağlamadığı halen tartışılan bir konudur.
Menapoz sonrası östrojen kullanımının meme kanseri, kan pıhtılaşma hızı, inme ve hatta hafıza kaybı riskini artırdığı bilinmektedir. Menapozda ortaya çıkan depresif duygulanım bozuklukları, sıcak basmaları, yorgunluk, konsantrasyon bozuklukları gibi pek çok şikayetin tedavisinde östrojen kullanan kadın sayısı oldukça fazladır. Ancak önemli riskleri de olan östrojen kullanımının mutlaka hekim kontrolünde yapılması gereklidir.
Sakız Çiğnemek
Sakız çiğnemek pek de yararlı bir uğraş olarak görülmez. Hatta kimilerine göre ciddiyeti bozar. Ancak İngiltere de yapılan bir araştırma sakız çiğnemenin yararlarını ortaya çıkarttı. İlginç deney ve sonuçları.
İngiltere de yapılan bir araştırmada, sakız çiğnemenin zekayı geliştirebileceği sonucu alındı.
Northumbria Üniversitesi ve Bilme-Kavrama Araştırma Birimi nin ortak araştırmasına göre, sakız çiğnemenin düşünme ve anımsama gibi idrakla ilgili işlevlerde olumlu etkileri belirlendi.
Üniversitenin Sinirbilimi bölümünden araştırmacı Andrew Scholey, araştırma sonuçlarını çok açık olarak değerlendirirken, sakız çiğnemenin hafızayı olumlu etkilediğini belirtti. Scholey, Sakız çiğneyen kişilerin hafıza testlerinde daha başarılı olduklarını ve daha çok kelime hatırladıklarını gördük dedi.
Sakızın naneli ya da mentollü olmasının bir fark yaratmadığını belirten Scholey, en önemli unsurun sürekli sakız çiğnemek olduğunu ifade etti. Andrew Scholey, araştırmaya katılan 75 kişinin, sakız çiğnemeyenler , gerçekten sakız çiğneyenler ve yalandan sakız çiğneyenler şeklinde gruplara ayrıldığını belirtti.
Araştırma sırasında deneklere resim, kelime ve telefon numarası hatırlatmaya yönelik sorular sorulduğunu kaydeden Scholey, Testlerden sonra gerçekten sakız çiğneyenlerin, sakız çiğnemeyenlere göre kalp atışları dakikada 3 kez, yalancı çiğneyenlere göre ise 1.5 kez hızlı attı. Kalp atışındaki artışın, idrakı artıracak derecede beyne oksijen ve glikoz dağıtımını yükseltmiş olabileceğini düşünüyoruz dedi. Sakız çiğnemenin, ağzın sulanmasına bağlı olarak insülinin yükselmesine neden olduğu olasılığı üzerinde de durulduğunu belirten Scholey, Beyinde, öğrenme ve hatırlama için önemli olan insülin alıcı sinirlerin bulunduğu biliniyor dedi.
İngiltere de yapılan bir araştırmada, sakız çiğnemenin zekayı geliştirebileceği sonucu alındı.
Northumbria Üniversitesi ve Bilme-Kavrama Araştırma Birimi nin ortak araştırmasına göre, sakız çiğnemenin düşünme ve anımsama gibi idrakla ilgili işlevlerde olumlu etkileri belirlendi.
Üniversitenin Sinirbilimi bölümünden araştırmacı Andrew Scholey, araştırma sonuçlarını çok açık olarak değerlendirirken, sakız çiğnemenin hafızayı olumlu etkilediğini belirtti. Scholey, Sakız çiğneyen kişilerin hafıza testlerinde daha başarılı olduklarını ve daha çok kelime hatırladıklarını gördük dedi.
Sakızın naneli ya da mentollü olmasının bir fark yaratmadığını belirten Scholey, en önemli unsurun sürekli sakız çiğnemek olduğunu ifade etti. Andrew Scholey, araştırmaya katılan 75 kişinin, sakız çiğnemeyenler , gerçekten sakız çiğneyenler ve yalandan sakız çiğneyenler şeklinde gruplara ayrıldığını belirtti.
Araştırma sırasında deneklere resim, kelime ve telefon numarası hatırlatmaya yönelik sorular sorulduğunu kaydeden Scholey, Testlerden sonra gerçekten sakız çiğneyenlerin, sakız çiğnemeyenlere göre kalp atışları dakikada 3 kez, yalancı çiğneyenlere göre ise 1.5 kez hızlı attı. Kalp atışındaki artışın, idrakı artıracak derecede beyne oksijen ve glikoz dağıtımını yükseltmiş olabileceğini düşünüyoruz dedi. Sakız çiğnemenin, ağzın sulanmasına bağlı olarak insülinin yükselmesine neden olduğu olasılığı üzerinde de durulduğunu belirten Scholey, Beyinde, öğrenme ve hatırlama için önemli olan insülin alıcı sinirlerin bulunduğu biliniyor dedi.
Gece Yemek Yemeyin
Konunun uzmanları, gece yenilen abur-cuburun kilo aldırdığına dikkat çekerek, geceleri atıştırmanın ekstra kilolar olarak vücuda döneceği uyarısında bulunuyor. Her gece ekstra 300 kalori almanın yılda 13 kiloya mal olacağı belirtiliyor.
Amerikan Beslenme Birliği uzmanları, pek çok insanın uyumadan önce acıkmasa da bir şeyler yeme alışkanlığına sahip olduğunu belirterek, bunun fazla kilolara davetiye çıkardığını belirtiyor. Bazı kilolu insanların en fazla kaloriyi, yatmadan önce TV karşısında çerez, çips, tatlı vs. yiyerek aldığına dikkat çeken uzmanlar, her akşam yemeğinden sonra ekstra 300 kalori almanın, yılda 13 kilo almaya yol açabileceğini söylüyor. "Bunun tersi de geçerli, yani akşamları abur cubur yemeyi keserek yılda 13 kilo verebilirsiniz" diyen beslenme uzmanları, yüksek kalorili yiyecekler yerine meyve yemeyi tavsiye ediyor.
Amerikan Beslenme Birliği uzmanları, pek çok insanın uyumadan önce acıkmasa da bir şeyler yeme alışkanlığına sahip olduğunu belirterek, bunun fazla kilolara davetiye çıkardığını belirtiyor. Bazı kilolu insanların en fazla kaloriyi, yatmadan önce TV karşısında çerez, çips, tatlı vs. yiyerek aldığına dikkat çeken uzmanlar, her akşam yemeğinden sonra ekstra 300 kalori almanın, yılda 13 kilo almaya yol açabileceğini söylüyor. "Bunun tersi de geçerli, yani akşamları abur cubur yemeyi keserek yılda 13 kilo verebilirsiniz" diyen beslenme uzmanları, yüksek kalorili yiyecekler yerine meyve yemeyi tavsiye ediyor.
Akdeniz diyetiyle çok yaşa
NOT: bu yazı tamamen alıntıdır işin uzmanlarına danışmadan uygulamak doğru olmayabilir bu yazılar tamamen bilgi amaçlıdır uygulamayı uzmanlara bırakmakta fayda war
Diyetin ölüm riskinin önüne ne kadar geçtiğini henüz bilmediklerini belirten Trichopoulos "A ve C vitamini deposu olan diyet kanser düşmanı ve kalp dostu" dedi.
Akdeniz diyeti ömrü uzatıyor
Atina Üniversitesi, 75 bin Avrupalı üzerinde yaptığı araştırmada Akdeniz tipi beslenenlerin en az bir yıl daha fazla yaşadığını ortaya çıkardı.
Zeytinyağı bol sebze, meyve ve balığın yer aldığı Akdeniz tipi beslenmenin ömrü uzattığı belirlendi. Atina Üniversitesi profesörü Dimitros Trichopoulos'un başkanlığını yaptığı araştırma grubunun 60 yaşın üzerindeki 75 bin Avrupalı üzerinde yaptığı araştırmaya göre, halk arasında Akdeniz diyeti olarak bilinen beslenme biçimi yalnızca kanser, romatizma ve kalp hastalıklarını önlemekle kalmıyor ömrü de uzatıyor. Araştırmada karşılaştırılan dokuz farklı Avrupa ülkesinden deneklerin en sağlıklı olanları İspanya ve Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerinden çıktı. Araştırmacılar bu sonucun bir tesadüf değil Akdeniz diyetinin etkisi olduğunu söylüyor. Ancak Akdeniz diyetinin ömrü ne kadar uzattığı da yaşa bağlı olarakdeğişiyor. Araştırmacılara göre 60 yaşındaki bir kişinin diyeti uygulaması yaşıtı olan bir başka kişiden bir yıl daha uzun yaşamasını sağlıyor. Trichopoulos ortalama beklentinin 1 yıl olabileceğini ancak gençlerde ömrün uzamasının bir yıldan daha fazla olabileceğini söylüyor. Bu beslenme tarzının yaşamı nasıl uzattığı şimdilik bilinmiyor. Ancak Yunanlı profesör şunları söylüyor: "Antidoksan kapasitesi yüksek besinler, hücreleri yaşlandıran ve zarar veren serbest oksijen radikallerini emme özelliğine sahip A ve C vitaminleri gibi antidoksan açısından zengin maddeler vücudun serbest radikallere bağlı hücresel zararlanmasını (oksidatif stresi) azaltıyor. Bu da ömrü uzatıyor." İşte Ömrü Uzatan Diyet
Kahvaltı
2 dilim kepekli ekmek
1 bardak yağsız süt
1 porsiyon meyve
5 zeytin
Öğle yemeği
100-200 gr kuru fasulye ya da balık çorbası (Domates, havuç, lahana, soğan, sarımsak ve maydanoz ekleyin. Sebzeleri zeytinyağında sote edebilirsiniz.)
2 dilim kepekli ekmek
1 kase yoğurt
4-5 çorba kaşığı zeytin yağlı taze fasulye
1-2 meyve
Akşam yemeği
1 porsiyon az yağlı balık ya da tavuk ızgara
100 gr haşlanmış ya da fı rınlanmış patates. (Mayda noz, limon ve biraz zeytin yağı ekleyin.) Veya az zeytinyağında sarımsak, kırmızı biber, dolmalık biber ve domatesle tatlandırılmış
100 gr makarna (Fırınlanıp üzerine
1 çay kaşığı zeytinyağı gezdirilmiş domates bu yemeğe eşlik edebilir.)
2 dilim kepekli ekmek Her tür çiğ sebze
1-2 orta boy meyve.
Diyetin ölüm riskinin önüne ne kadar geçtiğini henüz bilmediklerini belirten Trichopoulos "A ve C vitamini deposu olan diyet kanser düşmanı ve kalp dostu" dedi.
Akdeniz diyeti ömrü uzatıyor
Atina Üniversitesi, 75 bin Avrupalı üzerinde yaptığı araştırmada Akdeniz tipi beslenenlerin en az bir yıl daha fazla yaşadığını ortaya çıkardı.
Zeytinyağı bol sebze, meyve ve balığın yer aldığı Akdeniz tipi beslenmenin ömrü uzattığı belirlendi. Atina Üniversitesi profesörü Dimitros Trichopoulos'un başkanlığını yaptığı araştırma grubunun 60 yaşın üzerindeki 75 bin Avrupalı üzerinde yaptığı araştırmaya göre, halk arasında Akdeniz diyeti olarak bilinen beslenme biçimi yalnızca kanser, romatizma ve kalp hastalıklarını önlemekle kalmıyor ömrü de uzatıyor. Araştırmada karşılaştırılan dokuz farklı Avrupa ülkesinden deneklerin en sağlıklı olanları İspanya ve Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerinden çıktı. Araştırmacılar bu sonucun bir tesadüf değil Akdeniz diyetinin etkisi olduğunu söylüyor. Ancak Akdeniz diyetinin ömrü ne kadar uzattığı da yaşa bağlı olarakdeğişiyor. Araştırmacılara göre 60 yaşındaki bir kişinin diyeti uygulaması yaşıtı olan bir başka kişiden bir yıl daha uzun yaşamasını sağlıyor. Trichopoulos ortalama beklentinin 1 yıl olabileceğini ancak gençlerde ömrün uzamasının bir yıldan daha fazla olabileceğini söylüyor. Bu beslenme tarzının yaşamı nasıl uzattığı şimdilik bilinmiyor. Ancak Yunanlı profesör şunları söylüyor: "Antidoksan kapasitesi yüksek besinler, hücreleri yaşlandıran ve zarar veren serbest oksijen radikallerini emme özelliğine sahip A ve C vitaminleri gibi antidoksan açısından zengin maddeler vücudun serbest radikallere bağlı hücresel zararlanmasını (oksidatif stresi) azaltıyor. Bu da ömrü uzatıyor." İşte Ömrü Uzatan Diyet
Kahvaltı
2 dilim kepekli ekmek
1 bardak yağsız süt
1 porsiyon meyve
5 zeytin
Öğle yemeği
100-200 gr kuru fasulye ya da balık çorbası (Domates, havuç, lahana, soğan, sarımsak ve maydanoz ekleyin. Sebzeleri zeytinyağında sote edebilirsiniz.)
2 dilim kepekli ekmek
1 kase yoğurt
4-5 çorba kaşığı zeytin yağlı taze fasulye
1-2 meyve
Akşam yemeği
1 porsiyon az yağlı balık ya da tavuk ızgara
100 gr haşlanmış ya da fı rınlanmış patates. (Mayda noz, limon ve biraz zeytin yağı ekleyin.) Veya az zeytinyağında sarımsak, kırmızı biber, dolmalık biber ve domatesle tatlandırılmış
100 gr makarna (Fırınlanıp üzerine
1 çay kaşığı zeytinyağı gezdirilmiş domates bu yemeğe eşlik edebilir.)
2 dilim kepekli ekmek Her tür çiğ sebze
1-2 orta boy meyve.
Motorsiklet - Bisiklet Kazaları
Hazırlayan: Doç. Dr. İ. Hamit Hancı, Ahmet Can İşcanlı
Klasik bir dize vardır. “Oğlunuzun son yaş günü için ona bir motosiklet alın”. Bu aslında bir anlamda motosiklet kazalarını özetler. Motosiklet, görünüşü açısından, tabiatında var olan bir tehlikeye sahiptir. Otomobil ile yapılan kazalar ufak yaralanmalar ile sonuçlanabilirken, motosiklet ile yapılan kazaların sonu genellikle ölümdür.
Otomobili içeren kazalarda, bireyin başına gelebilecek en tehlikeli şey, kişinin arabadan fırlamasıdır. Motosikleti içeren kazalarda ise motosikletin her zaman onu yöneteni veya yolcusunu fırlatıp atmasıdır. Motosiklet kazalarından ölenlerin tipik ölüm sebepleri baş veya boyun yaralanmaları veya bunun daha ileri çeşitleridir. Sık sık ve temelde olanlar geniş ölçüde kafatası kırıklarıdır. Yaralanmalara, araçtan fırlamayla ve yere veya başka bir objeye mesela lamba direğine toslama ile oluşur. Eğer birey koruyucu kask veya giysi giymiyorsa, yerde kaydıkça vücuduna sürtünme yüzünden aşınmalar meydana gelir. Bu alanda meydana gelen yarılmalar, tipik kanamalar meydana getirir. Çünkü bu yaralanmalar üstün körüdür ve deriyle sınırlıdır. Motosikletin arka tarafından düşen yolcularda ise tipik olarak kafanın arkasında yırtılmalar (laserasyon) beyin ön lob’unda yaralanmalar kafa kaydesi kırıkları, sırt ve dirsekte sürtünme yüzünde aşınmalar meydana gelir. Eğer kişi yuvarlanmışsa, yüz bölgesinde aşınmalar meydana gelir. Motosiklet kaskları, düşük hız kazalarında kafa travma olayını azaltırken, orta ve yüksek hızlarda kafanın dağılmasını önler. Motosiklet kazalarının en fazla görülen sebebi ise alkol ve/veya ilaçlar, çevresel faktörler (yağ sızıntıları, yoldaki tümsekler), dikkatsiz sürüş, araba sürücülerinin motosikleti görmeme hatalarıdır.
Bir çok motosiklet sürücüsünün yollarda kuleleri ve direkleri desteklemek için bırakılan kablolar veya tellerden dolayı öne fırladıkları veya kollarının kazaya uğradıkları görülmüştür. Yaralanmalar, sürücü kablo veya teli görmediği zaman meydana gelmektedir. Kesilmiş uvzuların incelenmesi sonucunda yaralanmaya uğrayan kısımların sanki bir bıçakla yapılmışçasına keskin olduğu görülmüştür. Bazen, motosiklet sürücüsü önünde duran bir araba gördüğünde ve zamanında duramayacağını bilerek, çarpmaktan korunmak için motosikleti araca doğru yan yan kaydırmaya çalışır. Bu gibi durumlarda motosikleti herhangi bir hasardan korumak için bunun etkili olduğu belirtilmiştir. Ne yazık ki bu durumda motosiklet sürücüsü, çenesi tampona asarak veya boyun eklemini kırarak öndeki arabanın altına girer. Otomobil sürücüleri, motosiklet sürücülerini;ya onların alçak profillerinden dolayı ya da motosiklet alışık olmadıklarından görmezler. Otomobiller motosikletin önünden dönerler ve motosiklet de arabaya çarpar. Bir kavşağa doğru giden otomobillerde motosikleti görmeme hatasına düşerek ona çarparlar. Tecrübeli motosiklet sürücülerinden çoğu araba süren bireylerin onları görmediğini bilir.
Bireysel motosikleti içeren kaza durumda motorsiklet kayabilir veya ters dönebilir. Taban ile kontak zamanında ise yakıt tankı patlar, mekanik ve ısıya bağlı yaralanmalar oluşabilir.
Bisiklet Kazaları
Bisiklet sürücülerini içeren kazalar, genelde dikkatsizlik ve tecrübesizlik durumundan doğar. Sürücü aracın kontrolünü kaybeder ve yere düşer. Genel olarak yaralanmalar yumuşaktır, fakat bazen bunlar ciddi olduğu gibi kemik kırılmalarına veya bir takım yumuşak doku lezyonlarına yol açarlar. İkinci durum genelde sürücünün derisi ile yol yüzeyi arasındaki sürtünmeden ortaya çıkar. Sıcak havada bu yüzeyin sıcaklığı, çocuğun hassas derisini yakmaya yol açabilir.
Bisiklet sürücülerine yabancı gelmeyen yaralanma çeşidi ise bisiklet tekerleğinde gerçekleşebilir. Çocuk bisikletten düşer, bacağını ve ayağını bisiklet telleri arasında zorlar. Benzeri kaza,arka tekerliğin üzerinde oturan veya tutacak demirleri üzerinde seyahat eden yolcularda gerçekleşebilir. Sonuç ise bacaktaki yumuşak dokuların ezilmesidir.
Eğer bisiklet sürücüsü, motorlu araç tarafından çarpılırsa, ilk önce aracın çarptığı yerde çarpmadan dolayı bir yaralanmaya yol açar ve ikinci olarak yaya kaldırımı ile bisiklet arasındaki çarpma noktalarından doğan yaralanmalar oluşur. Bunları Biliyormuydunuz ?
İlk motosikletin 1885 yılında yapıldığını
Motosiklet yol yarışları Dünya Şampiyonasının 1949 yılından beri yapılmakta olduğunu
Lastiklerin motosikletin en önemli aracı olduğunu;
Yumuşak bileşimli lastiklerin ısındıkça yere yapışıp kavrama gücünü arttırdığını;Ancak lastikler aşırı ısınmaya başladığında, hız arttığında yada viraja girildiğinde kayma tehlikesinin arttığını;
Lastiğin yapımında çok sert bileşimler kullanıldığında lastiğin aşınmasının önlenmiş olduğunu ancak lastiğin yolu kavrama gücünün azaldığını
Klasik bir dize vardır. “Oğlunuzun son yaş günü için ona bir motosiklet alın”. Bu aslında bir anlamda motosiklet kazalarını özetler. Motosiklet, görünüşü açısından, tabiatında var olan bir tehlikeye sahiptir. Otomobil ile yapılan kazalar ufak yaralanmalar ile sonuçlanabilirken, motosiklet ile yapılan kazaların sonu genellikle ölümdür.
Otomobili içeren kazalarda, bireyin başına gelebilecek en tehlikeli şey, kişinin arabadan fırlamasıdır. Motosikleti içeren kazalarda ise motosikletin her zaman onu yöneteni veya yolcusunu fırlatıp atmasıdır. Motosiklet kazalarından ölenlerin tipik ölüm sebepleri baş veya boyun yaralanmaları veya bunun daha ileri çeşitleridir. Sık sık ve temelde olanlar geniş ölçüde kafatası kırıklarıdır. Yaralanmalara, araçtan fırlamayla ve yere veya başka bir objeye mesela lamba direğine toslama ile oluşur. Eğer birey koruyucu kask veya giysi giymiyorsa, yerde kaydıkça vücuduna sürtünme yüzünden aşınmalar meydana gelir. Bu alanda meydana gelen yarılmalar, tipik kanamalar meydana getirir. Çünkü bu yaralanmalar üstün körüdür ve deriyle sınırlıdır. Motosikletin arka tarafından düşen yolcularda ise tipik olarak kafanın arkasında yırtılmalar (laserasyon) beyin ön lob’unda yaralanmalar kafa kaydesi kırıkları, sırt ve dirsekte sürtünme yüzünde aşınmalar meydana gelir. Eğer kişi yuvarlanmışsa, yüz bölgesinde aşınmalar meydana gelir. Motosiklet kaskları, düşük hız kazalarında kafa travma olayını azaltırken, orta ve yüksek hızlarda kafanın dağılmasını önler. Motosiklet kazalarının en fazla görülen sebebi ise alkol ve/veya ilaçlar, çevresel faktörler (yağ sızıntıları, yoldaki tümsekler), dikkatsiz sürüş, araba sürücülerinin motosikleti görmeme hatalarıdır.
Bir çok motosiklet sürücüsünün yollarda kuleleri ve direkleri desteklemek için bırakılan kablolar veya tellerden dolayı öne fırladıkları veya kollarının kazaya uğradıkları görülmüştür. Yaralanmalar, sürücü kablo veya teli görmediği zaman meydana gelmektedir. Kesilmiş uvzuların incelenmesi sonucunda yaralanmaya uğrayan kısımların sanki bir bıçakla yapılmışçasına keskin olduğu görülmüştür. Bazen, motosiklet sürücüsü önünde duran bir araba gördüğünde ve zamanında duramayacağını bilerek, çarpmaktan korunmak için motosikleti araca doğru yan yan kaydırmaya çalışır. Bu gibi durumlarda motosikleti herhangi bir hasardan korumak için bunun etkili olduğu belirtilmiştir. Ne yazık ki bu durumda motosiklet sürücüsü, çenesi tampona asarak veya boyun eklemini kırarak öndeki arabanın altına girer. Otomobil sürücüleri, motosiklet sürücülerini;ya onların alçak profillerinden dolayı ya da motosiklet alışık olmadıklarından görmezler. Otomobiller motosikletin önünden dönerler ve motosiklet de arabaya çarpar. Bir kavşağa doğru giden otomobillerde motosikleti görmeme hatasına düşerek ona çarparlar. Tecrübeli motosiklet sürücülerinden çoğu araba süren bireylerin onları görmediğini bilir.
Bireysel motosikleti içeren kaza durumda motorsiklet kayabilir veya ters dönebilir. Taban ile kontak zamanında ise yakıt tankı patlar, mekanik ve ısıya bağlı yaralanmalar oluşabilir.
Bisiklet Kazaları
Bisiklet sürücülerini içeren kazalar, genelde dikkatsizlik ve tecrübesizlik durumundan doğar. Sürücü aracın kontrolünü kaybeder ve yere düşer. Genel olarak yaralanmalar yumuşaktır, fakat bazen bunlar ciddi olduğu gibi kemik kırılmalarına veya bir takım yumuşak doku lezyonlarına yol açarlar. İkinci durum genelde sürücünün derisi ile yol yüzeyi arasındaki sürtünmeden ortaya çıkar. Sıcak havada bu yüzeyin sıcaklığı, çocuğun hassas derisini yakmaya yol açabilir.
Bisiklet sürücülerine yabancı gelmeyen yaralanma çeşidi ise bisiklet tekerleğinde gerçekleşebilir. Çocuk bisikletten düşer, bacağını ve ayağını bisiklet telleri arasında zorlar. Benzeri kaza,arka tekerliğin üzerinde oturan veya tutacak demirleri üzerinde seyahat eden yolcularda gerçekleşebilir. Sonuç ise bacaktaki yumuşak dokuların ezilmesidir.
Eğer bisiklet sürücüsü, motorlu araç tarafından çarpılırsa, ilk önce aracın çarptığı yerde çarpmadan dolayı bir yaralanmaya yol açar ve ikinci olarak yaya kaldırımı ile bisiklet arasındaki çarpma noktalarından doğan yaralanmalar oluşur. Bunları Biliyormuydunuz ?
İlk motosikletin 1885 yılında yapıldığını
Motosiklet yol yarışları Dünya Şampiyonasının 1949 yılından beri yapılmakta olduğunu
Lastiklerin motosikletin en önemli aracı olduğunu;
Yumuşak bileşimli lastiklerin ısındıkça yere yapışıp kavrama gücünü arttırdığını;Ancak lastikler aşırı ısınmaya başladığında, hız arttığında yada viraja girildiğinde kayma tehlikesinin arttığını;
Lastiğin yapımında çok sert bileşimler kullanıldığında lastiğin aşınmasının önlenmiş olduğunu ancak lastiğin yolu kavrama gücünün azaldığını
Elektromanyetik Radyasyonlar ve Sağlığa Olumsuz Etkileri
Hazırlayan : Prof.Dr.H.Hilmi Sabuncu
İstanbul Tıp Fakültesi, İş Sağlığı Bilim Dalı Başkanı.
MESKA (Meslek hastalıkları ve İş kazaları araştırma,önleme) Vakfı Başkanı
Tanımlar:
Elektromanyetik Radyasyonlar (EMR), dalga özellikli radyasyonlar olarak tanımlanır. Elektromanyetik Radyasyonlar (EMR) boşlukta yayılma özelliğine sahiptir. Bu tür dalgalar, Dalga boyları ve frekansları ile belirlenir. Tüm elektromanyetik dalgalar, boşlukta aynı hızla yayılır. Bu hız ışık hızına eşit olup saniyede 300,000 km’dir. Böylece bu dalgaların hızı ile frekans ve dalga boyu arasındaki ilişki :
Işık Hızı (3x 10 10 cm/sn)= Frekans (1/sn) x Dalga Boyu (cm)
Dalga boyu son derece küçüldüğünde EMR, madde ile karşılaştığında, dalga olmaktan çok, bir enerji kümesi gibi davranır. Bu enerji kümelerine “kuantum” veya “foton” denir. Bu tipteki EMR’ler, X ve gamma ışınlarıdır. Enerjileri çok yükselen bu ışınlar moleküllere çarptığında onları iyonlaştırarak, molekül yapısını,yani yaşamsal fonksiyonlarını bozar ve böylece olumsuz biyokimyasal tepkimeler sonucunda kanser oluşumunu kolaylaştırır. Yapılan çalışmalarda X ve gamma ışınlarına maruz kalan insanlarda, kanserlerin oluşumu (relatif risk) artmıştır. Bu nedenle bu ışınlar, “İyonlaştırıcı Elektro Manyetik Radyasyon” şeklinde ifade edilir.
Bir diğer Elektromanyetik Radyasyon (EMR) grubu ise, konumuz olan İyonlaştırmayan Elektromanyetik Radyasyonlar (EMR) grubudur. Bu gruba giren Dalga özellikli EMR’ler, az enerjiliden yüksek enerjiliye doğru, Radyo dalgaları, Mikro dalgalar, İnfrared radyasyon, görünür ışınlar ve laser ışınları, Ultraviyole ışınları olmak üzere sıralanırlar. Dalga boyu olarak, insan vücut kalınlığı içine düşen mikro dalgalar ve altındaki ışınların (İnfrared radyasyon, görünür ışınlar ve laser ışınları, Ultraviyole ışınları) insan vücuduna verdiği zararlar yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Mikro dalgaların pişirme özelliği, İnfrared ışınlarının göz merceğine, Görünür ışınların göz dibine, ultraviyole ışınlarının deriye verdiği zararlar artık kesinlikle bilinmektedir.
Bu gün üzerinde tartışılan konu, Radyo dalgalarının yarattığı zararlardır. Cep telefonlarının kullanım frekanslarının yükseltilmesi ve Dalga uzunluklarının (yaklaşık 15 cm), mikro dalga özelliği göstermesi, halkın bu tipteki radyasyonlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması rahatsızlıklar oluşturmuş; ülkemizde, cep telefonu pazarlayan şirket sayısının artması, çevrede kurulan baz istasyonlarının sayısındaki artışlar ve düzensiz olarak her yere konuşlandırılması, denetimsizlik, bu tedirginliği giderek daha da arttırmıştır.
Cep telefonlarının ve baz istasyonlarının yaydığı radyasyonun insan dokularında oluşturduğu zararları, ısı etkisini, ifade etmek üzere ilgili kuruluşlar tarafından, “SAR (Spesifik soğurma hızı) değeri” kavramı ortaya atılmış ve yine aynı kuruluşlar tarafından standartlar belirtilmiştir. Temel standart olarak “ortalama insan vücut sıcaklığını 1oC arttıran EM enerji yutulmasının zararlı olduğu” kabul edilmiştir. Bu standarda göre kilogram başına dokuların yutabileceği maksimum güç 4 Watt olarak saptanmıştır. Fakat bu değer çalışan insanlar için 0,4 W/kg SAR, genel halk için 0,08 W/kg SAR değerine yani güvenlik sınırlarına çekilmiştir. Genel halk için standartların daha aşağıya çekilmesi, halk içerisinde yaşlıların, çocukların, hastaların ve diğer risk gruplarının bulunması nedeni iledir.
Diğer taraftan alternatif akımla çalışan bütün cihazların civarında veya üzerinden alternatif akım geçen yüksek gerilim hatlarının etrafında bir Elektromanyetik alan oluşmaktadır. Yapılan deneysel çalışmalar, EM alana maruz kalan deney hayvanlarında her türlü olumsuz etkiyi belirlemiştir. Ayrıca EM alana maruz kalan meslek grupları üzerine yapılan epidemiyolojik çalışmalar, bu gruplarda Lösemi ve beyin kanseri ölümlerinin normal halktan anlamlı biçimde yüksek olduğunu göstermiştir. Burada ifade edilen manyetik alanlar, 50.000 Volt üzerinde alternatif akım taşıyan havai hatlar veya indirme merkezlerinde yapılan çalışmalardır. Daha düşük seviyeli etkilenmeler, örneğin saç kurutma makinesi veya cep telefonları EM alanının etkileri gibi, henüz epidemiyolojik araştırmalarla kesin olarak kanıtlanmamıştır.
Fakat bu durum, uzun seneler bekleyip, risk gruplarının farklılıklarını belirlememizi gerektirmez. Deneysel olarak (hayvan deneylerinde) kanıtlanan etkileri nedeniyle bu tür Elektromanyetik alanlardan kendimizi mutlaka korumalıyız. Bu alanlar daha önceleri yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat taşınabilir cihazlar ile (örneğin cep telefonları, Walkman ve note book bilgisayarlar gibi) bu alanlar, hem insan vücuduna çok yaklaştı, hem de taşınabilir olması dolayısıyla hayati haberleşme yapan araçlara veya merkezlere bilinçsiz olarak sokularak akut zararlara, kazalara neden oldu.
İnsanın temel yaşam felsefesi, yaşam süresini arttırabilmek için kendisine zarar veren her türlü zararlı etkenden (Fiziksel, kimyasal, biyolojik) uzak durmasıdır. Gen’ lerimiz üzerine çalışan bilim adamlarının ifadesinde DNA’ nın ölümsüz olduğu belirtilmektedir. DNA’ nın bu gün ölümlü olması, maruz kaldığı zararlı etkenler dolayısıyladır.
O halde Elektromanyetik ışınlar ve alanların, güncel olarak cep telefonları, baz istasyonları ve elektrikli cihazların sağlığımıza getirdiği riskleri de belirterek, bu etkiler karşısında yapmamız gerekenleri somut önerilerle sıralayıp, makalemizi daha yararlı bir hale getirelim:
1. Elektromanyetik Radyasyonların (Radyo frekansları, Mikro dalgalar, İnfrared, görünür ve Ultraviyole ışınlarının, yani genel olarak iyonize etmeyen radyasyonun) ve bu ışınları kullanan veya yayınlayan cihazların etrafa yaydığı Elektromanyetik alanın, biyolojik sistemler ve insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri, yapılan çok sayıda deneysel çalışmayla kanıtlanmıştır. Cep telefonları ve baz istasyonları gibi EM Radyasyon ve EM alan oluşturan cihazların etkilerinin toplum sağlığı açısından çok ciddi sağlık riskleri oluşturabileceğini; bu olumsuzlukların ortaya konmasının uzun yıllar alabileceğini, bu durumun bu gün önlem alınmamasının bir nedeni olmaması gerektiğini önemle ifade etmeliyiz. Ayrıca İnsanlarda, bu fiziksel etkilenmeler yanında, konu ile ilgili bilgi noksanlığına bağlı rahatsızlıkların oluşturduğu ruhsal sorunların da kesinlikle göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
2. Cep telefonu baz istasyonları, oluşturduğu sağlık riskleri dolayısıyla, okul bahçeleri, kreşler, hastaneler, parklar gibi yaşlıların, çocukların, hastaların daha çok bulunduğu toplu yaşam ve kullanım alanlarına kesinlikle kurulmamalıdır. İnsanların toplu yaşadığı bina tepelerine baz istasyonlarının kurulması işlemi, kat maliklerinin kararına bırakılmamalıdır. Baz istasyonlarının nereye kurulması işlemi, bir kurum tarafından mutlaka denetlenmeli ve belirli kurallar çerçevesinde bu istasyonların kurulmasına izin verilmelidir. Kurulan baz istasyonlarının civarında yaşayan insanları ne düzeyde etkilediği hususu kolayca belirlenebilmelidir. Bu ölçümleri kolayca yapabilecek kurumlar süratle oluşturulmalı ve başvurulara süratle cevap verilmelidir.
3. Şu anda piyasada kullanılan cep telefonlarının SAR değerleri kullanıcılara ilan edilmeli ve kullanıcıların uluslar arası standartlarla karşılaştırarak cihaz seçimi konusunda bilinçlenmesi sağlanmalıdır.
4. Özellikle Elektromanyetik radyasyona ve elektromanyetik alana maruz kalan çalışanların, maruziyetleri sonucu ortaya çıkacak olumsuzlukların saptanabilmesi için işyeri hekimleri tarafından periyodik muayenelerinin ve çalışma çevresi ölçümlerinin derhal yapılması gerekmektedir.
5. Belki de Elektromanyetik radyasyona ve elektromanyetik alana en fazla maruz kalan meslek gruplarından birisi hekim grubudur. Bu nedenle hekimlerin bu maruziyetler konusunda süratle bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Hatta hekimlerin çalışma alanlarındaki sağlık risklerinin belirlenmesi için Hastanelerde “İşyeri Hekimliği Kurumu” derhal oluşturulmalıdır.
6. Hastanelerde, ameliyathane ve yoğun bakım üniteleri gibi hayati önem taşıyan elektronik cihazların bulunduğu yerlerde cep telefonlarının kullanılması, hastanın yaşamsal fonksiyonlarını denetleyen cihazlarda yaratabileceği etkileşim nedeniyle kesinlikle yasaklanmalıdır.
7. Cep telefonlarının, toplu taşıma araçlarında, elektronik haberleşme yapan sistemleri, olumsuz yönde etkilemesi nedeniyle oluşabilecek kazaların önlenmesi amacıyla, cep telefonlarının bu tür araçlarda kesinlikle kapalı tutulması konusunda gerekli uyarıların, sadece görsel uyarılar şeklinde değil, araçlarda gerekli anonslar yapılarak da halkın uyarılması ve bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu bilinçlendirme eğitiminin araç sürücülerinden başlatılması en öncelikli konulardan biridir.
8. Taşıdıkları yüksek gerilim nedeniyle, etraflarında oluşturdukları Elektromanyetik alanın zararları kanıtlanmış Havai hatların, geçtiği yerler süratle denetlenmeli ve kesinlikle meskun alan bulunmamalıdır. Bu hatlar altında yaşayanlar varsa, bu insanlar kontrol altına alınmalıdır. Ülkemizde bu hatların özellikle olmaması gerektiği şekilde, okulların üzerinden geçtiği görülmektedir. Manyetik alanın şiddeti kaynaktan uzaklığın karesi ve içinde yayıldığı ortamın yoğunluğu ile ters orantılı olduğundan, bu hatlardan mümkün olduğu kadar uzağa gitmeli ve mümkünse bu hatlar, toprak altına alınmalıdır. Not : Elektromanyetik radyasyonun ve Elektromanyetik alanın zararları ile ilgili bu makaleyi okuyup, olduğunca bilinçlenirken Lütfen sigara içilmemesi rica olunur.
İstanbul Tıp Fakültesi, İş Sağlığı Bilim Dalı Başkanı.
MESKA (Meslek hastalıkları ve İş kazaları araştırma,önleme) Vakfı Başkanı
Tanımlar:
Elektromanyetik Radyasyonlar (EMR), dalga özellikli radyasyonlar olarak tanımlanır. Elektromanyetik Radyasyonlar (EMR) boşlukta yayılma özelliğine sahiptir. Bu tür dalgalar, Dalga boyları ve frekansları ile belirlenir. Tüm elektromanyetik dalgalar, boşlukta aynı hızla yayılır. Bu hız ışık hızına eşit olup saniyede 300,000 km’dir. Böylece bu dalgaların hızı ile frekans ve dalga boyu arasındaki ilişki :
Işık Hızı (3x 10 10 cm/sn)= Frekans (1/sn) x Dalga Boyu (cm)
Dalga boyu son derece küçüldüğünde EMR, madde ile karşılaştığında, dalga olmaktan çok, bir enerji kümesi gibi davranır. Bu enerji kümelerine “kuantum” veya “foton” denir. Bu tipteki EMR’ler, X ve gamma ışınlarıdır. Enerjileri çok yükselen bu ışınlar moleküllere çarptığında onları iyonlaştırarak, molekül yapısını,yani yaşamsal fonksiyonlarını bozar ve böylece olumsuz biyokimyasal tepkimeler sonucunda kanser oluşumunu kolaylaştırır. Yapılan çalışmalarda X ve gamma ışınlarına maruz kalan insanlarda, kanserlerin oluşumu (relatif risk) artmıştır. Bu nedenle bu ışınlar, “İyonlaştırıcı Elektro Manyetik Radyasyon” şeklinde ifade edilir.
Bir diğer Elektromanyetik Radyasyon (EMR) grubu ise, konumuz olan İyonlaştırmayan Elektromanyetik Radyasyonlar (EMR) grubudur. Bu gruba giren Dalga özellikli EMR’ler, az enerjiliden yüksek enerjiliye doğru, Radyo dalgaları, Mikro dalgalar, İnfrared radyasyon, görünür ışınlar ve laser ışınları, Ultraviyole ışınları olmak üzere sıralanırlar. Dalga boyu olarak, insan vücut kalınlığı içine düşen mikro dalgalar ve altındaki ışınların (İnfrared radyasyon, görünür ışınlar ve laser ışınları, Ultraviyole ışınları) insan vücuduna verdiği zararlar yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Mikro dalgaların pişirme özelliği, İnfrared ışınlarının göz merceğine, Görünür ışınların göz dibine, ultraviyole ışınlarının deriye verdiği zararlar artık kesinlikle bilinmektedir.
Bu gün üzerinde tartışılan konu, Radyo dalgalarının yarattığı zararlardır. Cep telefonlarının kullanım frekanslarının yükseltilmesi ve Dalga uzunluklarının (yaklaşık 15 cm), mikro dalga özelliği göstermesi, halkın bu tipteki radyasyonlar hakkında yeterli bilgiye sahip olmaması rahatsızlıklar oluşturmuş; ülkemizde, cep telefonu pazarlayan şirket sayısının artması, çevrede kurulan baz istasyonlarının sayısındaki artışlar ve düzensiz olarak her yere konuşlandırılması, denetimsizlik, bu tedirginliği giderek daha da arttırmıştır.
Cep telefonlarının ve baz istasyonlarının yaydığı radyasyonun insan dokularında oluşturduğu zararları, ısı etkisini, ifade etmek üzere ilgili kuruluşlar tarafından, “SAR (Spesifik soğurma hızı) değeri” kavramı ortaya atılmış ve yine aynı kuruluşlar tarafından standartlar belirtilmiştir. Temel standart olarak “ortalama insan vücut sıcaklığını 1oC arttıran EM enerji yutulmasının zararlı olduğu” kabul edilmiştir. Bu standarda göre kilogram başına dokuların yutabileceği maksimum güç 4 Watt olarak saptanmıştır. Fakat bu değer çalışan insanlar için 0,4 W/kg SAR, genel halk için 0,08 W/kg SAR değerine yani güvenlik sınırlarına çekilmiştir. Genel halk için standartların daha aşağıya çekilmesi, halk içerisinde yaşlıların, çocukların, hastaların ve diğer risk gruplarının bulunması nedeni iledir.
Diğer taraftan alternatif akımla çalışan bütün cihazların civarında veya üzerinden alternatif akım geçen yüksek gerilim hatlarının etrafında bir Elektromanyetik alan oluşmaktadır. Yapılan deneysel çalışmalar, EM alana maruz kalan deney hayvanlarında her türlü olumsuz etkiyi belirlemiştir. Ayrıca EM alana maruz kalan meslek grupları üzerine yapılan epidemiyolojik çalışmalar, bu gruplarda Lösemi ve beyin kanseri ölümlerinin normal halktan anlamlı biçimde yüksek olduğunu göstermiştir. Burada ifade edilen manyetik alanlar, 50.000 Volt üzerinde alternatif akım taşıyan havai hatlar veya indirme merkezlerinde yapılan çalışmalardır. Daha düşük seviyeli etkilenmeler, örneğin saç kurutma makinesi veya cep telefonları EM alanının etkileri gibi, henüz epidemiyolojik araştırmalarla kesin olarak kanıtlanmamıştır.
Fakat bu durum, uzun seneler bekleyip, risk gruplarının farklılıklarını belirlememizi gerektirmez. Deneysel olarak (hayvan deneylerinde) kanıtlanan etkileri nedeniyle bu tür Elektromanyetik alanlardan kendimizi mutlaka korumalıyız. Bu alanlar daha önceleri yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat taşınabilir cihazlar ile (örneğin cep telefonları, Walkman ve note book bilgisayarlar gibi) bu alanlar, hem insan vücuduna çok yaklaştı, hem de taşınabilir olması dolayısıyla hayati haberleşme yapan araçlara veya merkezlere bilinçsiz olarak sokularak akut zararlara, kazalara neden oldu.
İnsanın temel yaşam felsefesi, yaşam süresini arttırabilmek için kendisine zarar veren her türlü zararlı etkenden (Fiziksel, kimyasal, biyolojik) uzak durmasıdır. Gen’ lerimiz üzerine çalışan bilim adamlarının ifadesinde DNA’ nın ölümsüz olduğu belirtilmektedir. DNA’ nın bu gün ölümlü olması, maruz kaldığı zararlı etkenler dolayısıyladır.
O halde Elektromanyetik ışınlar ve alanların, güncel olarak cep telefonları, baz istasyonları ve elektrikli cihazların sağlığımıza getirdiği riskleri de belirterek, bu etkiler karşısında yapmamız gerekenleri somut önerilerle sıralayıp, makalemizi daha yararlı bir hale getirelim:
1. Elektromanyetik Radyasyonların (Radyo frekansları, Mikro dalgalar, İnfrared, görünür ve Ultraviyole ışınlarının, yani genel olarak iyonize etmeyen radyasyonun) ve bu ışınları kullanan veya yayınlayan cihazların etrafa yaydığı Elektromanyetik alanın, biyolojik sistemler ve insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri, yapılan çok sayıda deneysel çalışmayla kanıtlanmıştır. Cep telefonları ve baz istasyonları gibi EM Radyasyon ve EM alan oluşturan cihazların etkilerinin toplum sağlığı açısından çok ciddi sağlık riskleri oluşturabileceğini; bu olumsuzlukların ortaya konmasının uzun yıllar alabileceğini, bu durumun bu gün önlem alınmamasının bir nedeni olmaması gerektiğini önemle ifade etmeliyiz. Ayrıca İnsanlarda, bu fiziksel etkilenmeler yanında, konu ile ilgili bilgi noksanlığına bağlı rahatsızlıkların oluşturduğu ruhsal sorunların da kesinlikle göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
2. Cep telefonu baz istasyonları, oluşturduğu sağlık riskleri dolayısıyla, okul bahçeleri, kreşler, hastaneler, parklar gibi yaşlıların, çocukların, hastaların daha çok bulunduğu toplu yaşam ve kullanım alanlarına kesinlikle kurulmamalıdır. İnsanların toplu yaşadığı bina tepelerine baz istasyonlarının kurulması işlemi, kat maliklerinin kararına bırakılmamalıdır. Baz istasyonlarının nereye kurulması işlemi, bir kurum tarafından mutlaka denetlenmeli ve belirli kurallar çerçevesinde bu istasyonların kurulmasına izin verilmelidir. Kurulan baz istasyonlarının civarında yaşayan insanları ne düzeyde etkilediği hususu kolayca belirlenebilmelidir. Bu ölçümleri kolayca yapabilecek kurumlar süratle oluşturulmalı ve başvurulara süratle cevap verilmelidir.
3. Şu anda piyasada kullanılan cep telefonlarının SAR değerleri kullanıcılara ilan edilmeli ve kullanıcıların uluslar arası standartlarla karşılaştırarak cihaz seçimi konusunda bilinçlenmesi sağlanmalıdır.
4. Özellikle Elektromanyetik radyasyona ve elektromanyetik alana maruz kalan çalışanların, maruziyetleri sonucu ortaya çıkacak olumsuzlukların saptanabilmesi için işyeri hekimleri tarafından periyodik muayenelerinin ve çalışma çevresi ölçümlerinin derhal yapılması gerekmektedir.
5. Belki de Elektromanyetik radyasyona ve elektromanyetik alana en fazla maruz kalan meslek gruplarından birisi hekim grubudur. Bu nedenle hekimlerin bu maruziyetler konusunda süratle bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Hatta hekimlerin çalışma alanlarındaki sağlık risklerinin belirlenmesi için Hastanelerde “İşyeri Hekimliği Kurumu” derhal oluşturulmalıdır.
6. Hastanelerde, ameliyathane ve yoğun bakım üniteleri gibi hayati önem taşıyan elektronik cihazların bulunduğu yerlerde cep telefonlarının kullanılması, hastanın yaşamsal fonksiyonlarını denetleyen cihazlarda yaratabileceği etkileşim nedeniyle kesinlikle yasaklanmalıdır.
7. Cep telefonlarının, toplu taşıma araçlarında, elektronik haberleşme yapan sistemleri, olumsuz yönde etkilemesi nedeniyle oluşabilecek kazaların önlenmesi amacıyla, cep telefonlarının bu tür araçlarda kesinlikle kapalı tutulması konusunda gerekli uyarıların, sadece görsel uyarılar şeklinde değil, araçlarda gerekli anonslar yapılarak da halkın uyarılması ve bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu bilinçlendirme eğitiminin araç sürücülerinden başlatılması en öncelikli konulardan biridir.
8. Taşıdıkları yüksek gerilim nedeniyle, etraflarında oluşturdukları Elektromanyetik alanın zararları kanıtlanmış Havai hatların, geçtiği yerler süratle denetlenmeli ve kesinlikle meskun alan bulunmamalıdır. Bu hatlar altında yaşayanlar varsa, bu insanlar kontrol altına alınmalıdır. Ülkemizde bu hatların özellikle olmaması gerektiği şekilde, okulların üzerinden geçtiği görülmektedir. Manyetik alanın şiddeti kaynaktan uzaklığın karesi ve içinde yayıldığı ortamın yoğunluğu ile ters orantılı olduğundan, bu hatlardan mümkün olduğu kadar uzağa gitmeli ve mümkünse bu hatlar, toprak altına alınmalıdır. Not : Elektromanyetik radyasyonun ve Elektromanyetik alanın zararları ile ilgili bu makaleyi okuyup, olduğunca bilinçlenirken Lütfen sigara içilmemesi rica olunur.
Hava Değişiklikleri ve Ağrılar
Hazırlayan: Dr. Necdet Tuna
Tarih boyunca insanları tedirgin eden, bazen de yaşamı tehdit edecek boyutlara ulaşabilen ve maalesef bugüne dek tam anlamıyla çözümlenemeyen bir sorun! Bununla birlikte, hava değişiklikleriyle insan organizmasının bu değişikliklere gösterdiği fizyolojik tepkileri ilişkilendirmek konusunda günümüzde bazı belirgin sonuçların alındığını da söyleyebiliriz.
İnsan organizması, dünyamızı çevreleyen atmosferde, canlıların yaşadığı trofosterin, daha doğrusu biyosferin sürekli uyarılan altındadır (biyotropik etki). Her biyotropik uyarı, organ ve organ sistemlerini, örneğin, hareket, kalp ve dolaşım, solunum ve sinir sistemlerini ayrı, var olan ön bozukluklar ölçünde etkileyebileceği gibi, organizmanın tüm düzenleyici (regulasyorı) sistemini de zorlayabilir.
Genel durumda ne gibi ve ne ölçüde olumsuz gelişmeler olacağı, ya da hastalıkların ortaya çıkabileceği, bireyin o anki bedensel ve ruhsal durumuyla; her hangi bir . hastalığa gebe olup olmamasına bağlıdır. Atmosferik değişikliklerle ilk yanıt, vücudun o anki en zayıf noktasından gelecektir.
Bütün canlılar duyarlı
Hayvanları da içermek üzere tüm canlılar hava değişikliklerine karşı duyarlıdır.
Belli meteorolojik değişikliklerin daima ayın sağlık sorunları ya da aynı yakınmalarla sonuçlanacağı beklenemez.
Duyarlı bireylerin yakınmalarının havadaki değişikliklerin başlamasıyla birlikte ortaya çıkmasına karşın. bazıları da havanın bozacağını daha 24 saat önceden, örneğin Balkanlardan gelecek bir soğuk hava dalgasını 500-600 km uzakta, Romanya'da iken duyumsarlar(erken duyarlılık). Ortaya çıkan yakınmalar olumluya da olumsuz yönde olabilir. Örneğin, bozuk havada artan eklem ağrıları, güneşin açmasıyla geriler.
Havanın, meteorolojik değişikliklerin canlılar üzerinde fizyolojik etkileri konu alındığında, önce havanın öğelerinin, basıncın, ısının, nemin, rüzgarın; güneşin ve UV ışınlarının teke tek, sonra da tümünün ortaklaşa etkilerinin göz önünde tutulması gerekir.
Ne var ki, bu meteorolojik elemanların fizyolojik etkilerini çok kez ayrı ayrı yorumlamak olanaksızdır.
Kimler duyarlı?
Meteorolojik oynamalara karşı normalde duyarlı olmayan sağlıklı bireyler, hava değişikliklerinin kendilerini etkilemediğini söylerlerse de, havanın bozduğu günlerde genel durumlarındaki bozuklukların nedenini de açıklayamazlar.
Buna karşın vejetatif labil tipler, hastalıktan yeni kalkmış ya da süregen bir hastalığı (tüberküloz; astım vb.) olanlar, bedensel ve zihinsel yorgunlar, infeksiyon riski taşıyanlar, romatizmal hastalığı ya da yakınmaları olanlar hava değişikliklerine karşı daha duyarlıdır (ileri duyarlılık) .Bu tiplerde baş ağrısı, konsentrasyon, uyku ve vejetatif sistem bozuklukları, eklem, kas, nedbe dokusu, eski kırık yerinde ağrılar ortaya çıkabilir.
Kısacası; biyotropik hava uyarıları hem tek tek organları hem de onların tüm işleyiş düzenini etkileyebilir.
İki Etkileşim biçimi
Biyosfer ve canlı organizma arasındaki etkileşim kompleksi iki başlıkta ele alınabilir:
1-Organizmanın ısı bilançosunu etkileyen, havanın ısısından, neminden, rüzgarın hızından, dolaylı ve dolaysız güneş ışınlarından: özellikle sıcaklık veren uzun dalgalı ışınlardan, bulutlar ve insanın bireysel çevresinden oluşan ısı etki kompleksi. Çevreden yansıyan ışınların ısı etkisi de bunlara eklenir. Bu değerler yaklaşık bir doğrulukla ölçülebilir.
2. Dalga boyları. görünen ışınlarla ultraviole arasında bulunan; insanın ısı metabolizmasına etkili olmayan direkt ve indirekt ışınların (küresel ışınlar) olduğu, özellikle derinin işlevlerine. dolaşım sistemine, kanın bileşimine, solunuma ve sinir sistemine etkili olan aktinik yada fotoaktinik etki kompleksi.
Biyosferik tüm öğelerin kompleks etkilerinin sonuçları arasında, toplumda en sık sözü edilen ve yakınılan romatizmal ağrılar olduğu için, konu salt bu çerçeve içinde ele alınacaktır. Öteki sistem yakınmaları ayrı bir yazı konusudur.
Kestirilemeyen ağrılar
İnsan vücudu iç ve dış ortamdaki. tüm değişiklikleri, mekanik ve yangılı uyarıları, sıcağı, soğuğu, nemi, hava basıncındaki. ve elektrik iyonları düzeyindeki oynamaları, başta deri olmak üzere gözlerde, burunda ve çevresel sinir sisteminde bulunan alıcılar (rezeptörler) aracılığıyla algılar ve en sık görülen ve bilenen şekliyle hareket sistemindeki. ağrılar başta olmak üzere, kalp, dolaşım, solunum (astım)sistemleriyle, glokom (göz basıncında artma), tüberküloz, astım ve psikolojik sorunlar (depresyon) vb. gibi vücudun iç dengesinin bozulmuş olduğu bireylerde, önceden kestirilemeyen bir dizi olumsuz yanıtlar şeklinde dışa vurur.
Ağrı veren uyarana duyarlı alıcılarla algılanan mekanik ve kimyasal uyarılarda, önce omuriliğe, oradan da beyinin özel bölgelerine (talamus) iletilmesinden sonra beyin kabuğunca, eşik değerleri yeterliyse ağrı olarak algılanır.
Yangılı (romatoid artrit vb) ve yangısız (artrozlar-kireçlenmeler) romatizmal hastalıklarda ağrı nedeni, eklemlerde serbest hale geçen bir dizi aracı kimyasal maddenin, (mediyatörlerin) yol açtığı Uyarılardır. Romatizmal hastalıklardaki ağrının bu oluşum mekanizmasını büyük çapta biliyoruz.
Bazı varsayımlar
Ancak, soğuk, sıcak, nem vb. biyotropik uyarıların eklemlerde hangi yolla ve nasıl ağrıya neden olduğu konusunda bilgilerimiz bazı varsayımdan ileri gitmiyor.
Bir iddiaya göre, çevredeki havanın soğumasıyla eklem içi ısısı da düşmektedir. Eklemler kas ve yağ dokusunca yeterince korunmadığından, eklemin iç yüzünün kayganlığını arttırarak hareketini olaylaştıran sıvının (sinovyanın) ısısı kas ve kalın barsak ısısına oranla daha çabuk düşer. Isı nedenli düşerse, eklem sıvısının yoğunluğu da o ölçüde artacak ve sinovya koyulaşacaktır. Soğukta romatizmal ağrının artmasının nedenlerinden biri, sinovyal sıvısının bu yoğunlaşmasıyla eklem hareketlerinin kısıtlanmasıdır.
Hava basıncının düşmesiyle birlikte göreceli nemin yükselmesi de ikinci bir ağrı nedeni olarak gösterilmektedir. Normal doku, basınç düşmesini hücre içi sıvısını kana boşaltarak dengeler.
Buna karşın hasta doku yeteriyle geçirgen olmadığı için, sıvı dokular arasında kalır. Bu durumda hasta dokularda, sağlıklı olanlara oranla basınç yükselir. Bu basınç farklılığının sonucu dokuların şişmesiyle ağrı artmaktadır. Ancak, havadaki nemin artmasıyla birlikte çevre ısısı da düşerse, ne gibi bir sonuçla karşılaşacağı konusunda uzmanlar bir yorum yapamıyor. Vücut dokuları içinde bilinen rezeptörler dışında sessiz ya da uyuyan (silent) rezepror denen, normal durumlarda aşırı mekanik ve termal uyaranlara yanıt vermeyen reseptörler bulunuyor. Atmosferik uyaranlarla miyelin kılıfı olmayan bu nöronların uyarılarak duyarlı hale gelmesinin (sentizisyonunun) ağrı nedeni olabileceği de varsayımlar arasında.
Tarih boyunca insanları tedirgin eden, bazen de yaşamı tehdit edecek boyutlara ulaşabilen ve maalesef bugüne dek tam anlamıyla çözümlenemeyen bir sorun! Bununla birlikte, hava değişiklikleriyle insan organizmasının bu değişikliklere gösterdiği fizyolojik tepkileri ilişkilendirmek konusunda günümüzde bazı belirgin sonuçların alındığını da söyleyebiliriz.
İnsan organizması, dünyamızı çevreleyen atmosferde, canlıların yaşadığı trofosterin, daha doğrusu biyosferin sürekli uyarılan altındadır (biyotropik etki). Her biyotropik uyarı, organ ve organ sistemlerini, örneğin, hareket, kalp ve dolaşım, solunum ve sinir sistemlerini ayrı, var olan ön bozukluklar ölçünde etkileyebileceği gibi, organizmanın tüm düzenleyici (regulasyorı) sistemini de zorlayabilir.
Genel durumda ne gibi ve ne ölçüde olumsuz gelişmeler olacağı, ya da hastalıkların ortaya çıkabileceği, bireyin o anki bedensel ve ruhsal durumuyla; her hangi bir . hastalığa gebe olup olmamasına bağlıdır. Atmosferik değişikliklerle ilk yanıt, vücudun o anki en zayıf noktasından gelecektir.
Bütün canlılar duyarlı
Hayvanları da içermek üzere tüm canlılar hava değişikliklerine karşı duyarlıdır.
Belli meteorolojik değişikliklerin daima ayın sağlık sorunları ya da aynı yakınmalarla sonuçlanacağı beklenemez.
Duyarlı bireylerin yakınmalarının havadaki değişikliklerin başlamasıyla birlikte ortaya çıkmasına karşın. bazıları da havanın bozacağını daha 24 saat önceden, örneğin Balkanlardan gelecek bir soğuk hava dalgasını 500-600 km uzakta, Romanya'da iken duyumsarlar(erken duyarlılık). Ortaya çıkan yakınmalar olumluya da olumsuz yönde olabilir. Örneğin, bozuk havada artan eklem ağrıları, güneşin açmasıyla geriler.
Havanın, meteorolojik değişikliklerin canlılar üzerinde fizyolojik etkileri konu alındığında, önce havanın öğelerinin, basıncın, ısının, nemin, rüzgarın; güneşin ve UV ışınlarının teke tek, sonra da tümünün ortaklaşa etkilerinin göz önünde tutulması gerekir.
Ne var ki, bu meteorolojik elemanların fizyolojik etkilerini çok kez ayrı ayrı yorumlamak olanaksızdır.
Kimler duyarlı?
Meteorolojik oynamalara karşı normalde duyarlı olmayan sağlıklı bireyler, hava değişikliklerinin kendilerini etkilemediğini söylerlerse de, havanın bozduğu günlerde genel durumlarındaki bozuklukların nedenini de açıklayamazlar.
Buna karşın vejetatif labil tipler, hastalıktan yeni kalkmış ya da süregen bir hastalığı (tüberküloz; astım vb.) olanlar, bedensel ve zihinsel yorgunlar, infeksiyon riski taşıyanlar, romatizmal hastalığı ya da yakınmaları olanlar hava değişikliklerine karşı daha duyarlıdır (ileri duyarlılık) .Bu tiplerde baş ağrısı, konsentrasyon, uyku ve vejetatif sistem bozuklukları, eklem, kas, nedbe dokusu, eski kırık yerinde ağrılar ortaya çıkabilir.
Kısacası; biyotropik hava uyarıları hem tek tek organları hem de onların tüm işleyiş düzenini etkileyebilir.
İki Etkileşim biçimi
Biyosfer ve canlı organizma arasındaki etkileşim kompleksi iki başlıkta ele alınabilir:
1-Organizmanın ısı bilançosunu etkileyen, havanın ısısından, neminden, rüzgarın hızından, dolaylı ve dolaysız güneş ışınlarından: özellikle sıcaklık veren uzun dalgalı ışınlardan, bulutlar ve insanın bireysel çevresinden oluşan ısı etki kompleksi. Çevreden yansıyan ışınların ısı etkisi de bunlara eklenir. Bu değerler yaklaşık bir doğrulukla ölçülebilir.
2. Dalga boyları. görünen ışınlarla ultraviole arasında bulunan; insanın ısı metabolizmasına etkili olmayan direkt ve indirekt ışınların (küresel ışınlar) olduğu, özellikle derinin işlevlerine. dolaşım sistemine, kanın bileşimine, solunuma ve sinir sistemine etkili olan aktinik yada fotoaktinik etki kompleksi.
Biyosferik tüm öğelerin kompleks etkilerinin sonuçları arasında, toplumda en sık sözü edilen ve yakınılan romatizmal ağrılar olduğu için, konu salt bu çerçeve içinde ele alınacaktır. Öteki sistem yakınmaları ayrı bir yazı konusudur.
Kestirilemeyen ağrılar
İnsan vücudu iç ve dış ortamdaki. tüm değişiklikleri, mekanik ve yangılı uyarıları, sıcağı, soğuğu, nemi, hava basıncındaki. ve elektrik iyonları düzeyindeki oynamaları, başta deri olmak üzere gözlerde, burunda ve çevresel sinir sisteminde bulunan alıcılar (rezeptörler) aracılığıyla algılar ve en sık görülen ve bilenen şekliyle hareket sistemindeki. ağrılar başta olmak üzere, kalp, dolaşım, solunum (astım)sistemleriyle, glokom (göz basıncında artma), tüberküloz, astım ve psikolojik sorunlar (depresyon) vb. gibi vücudun iç dengesinin bozulmuş olduğu bireylerde, önceden kestirilemeyen bir dizi olumsuz yanıtlar şeklinde dışa vurur.
Ağrı veren uyarana duyarlı alıcılarla algılanan mekanik ve kimyasal uyarılarda, önce omuriliğe, oradan da beyinin özel bölgelerine (talamus) iletilmesinden sonra beyin kabuğunca, eşik değerleri yeterliyse ağrı olarak algılanır.
Yangılı (romatoid artrit vb) ve yangısız (artrozlar-kireçlenmeler) romatizmal hastalıklarda ağrı nedeni, eklemlerde serbest hale geçen bir dizi aracı kimyasal maddenin, (mediyatörlerin) yol açtığı Uyarılardır. Romatizmal hastalıklardaki ağrının bu oluşum mekanizmasını büyük çapta biliyoruz.
Bazı varsayımlar
Ancak, soğuk, sıcak, nem vb. biyotropik uyarıların eklemlerde hangi yolla ve nasıl ağrıya neden olduğu konusunda bilgilerimiz bazı varsayımdan ileri gitmiyor.
Bir iddiaya göre, çevredeki havanın soğumasıyla eklem içi ısısı da düşmektedir. Eklemler kas ve yağ dokusunca yeterince korunmadığından, eklemin iç yüzünün kayganlığını arttırarak hareketini olaylaştıran sıvının (sinovyanın) ısısı kas ve kalın barsak ısısına oranla daha çabuk düşer. Isı nedenli düşerse, eklem sıvısının yoğunluğu da o ölçüde artacak ve sinovya koyulaşacaktır. Soğukta romatizmal ağrının artmasının nedenlerinden biri, sinovyal sıvısının bu yoğunlaşmasıyla eklem hareketlerinin kısıtlanmasıdır.
Hava basıncının düşmesiyle birlikte göreceli nemin yükselmesi de ikinci bir ağrı nedeni olarak gösterilmektedir. Normal doku, basınç düşmesini hücre içi sıvısını kana boşaltarak dengeler.
Buna karşın hasta doku yeteriyle geçirgen olmadığı için, sıvı dokular arasında kalır. Bu durumda hasta dokularda, sağlıklı olanlara oranla basınç yükselir. Bu basınç farklılığının sonucu dokuların şişmesiyle ağrı artmaktadır. Ancak, havadaki nemin artmasıyla birlikte çevre ısısı da düşerse, ne gibi bir sonuçla karşılaşacağı konusunda uzmanlar bir yorum yapamıyor. Vücut dokuları içinde bilinen rezeptörler dışında sessiz ya da uyuyan (silent) rezepror denen, normal durumlarda aşırı mekanik ve termal uyaranlara yanıt vermeyen reseptörler bulunuyor. Atmosferik uyaranlarla miyelin kılıfı olmayan bu nöronların uyarılarak duyarlı hale gelmesinin (sentizisyonunun) ağrı nedeni olabileceği de varsayımlar arasında.
Kalp Krizi Sonrasi
Kalp krizi geçirdiğiniz için bu olaydan çok ürkmüş olabilirsiniz. Ancak, kalp krizi geçirdikten sonra her geçen gün kalbinizin iyileştiğini unutmayın.
Geçen her gün, sizi daha güçlü ve daha hareketli yapar. Eskide kalan günler şimdikinden daha kötüdür. Kalp krizinin tek mağdurunun siz olmadığınızı hatırlayın. Kalp krizi geçiren çoğu şahsın şu anda tüm dünyada yoğun bir şekilde işlerine devam ettiğini unutmayın!
Kalp krizi sonrası çoğu kişi çok kötü hislere sahip olur. Bu hislerin gelişmesini anlamak kolaydır. En güzeli bu hisleri içimize atmayarak başkalarına anlatmaktır. Zamanla bu kötü hisler kaybolur.
AİLE FERTLERİ NELER HİSSEDER?
Büyük bir olasılıkla kalp kriziniz ailenizin fertleri üzerinde büyük bir duygusallık yaratmıştır. Bu doğal bir durumdur. Siz koroner yoğun bakım bölümündeyken, ailenizin fertleri mutlaka çok korkmuş olacaklardır. Kötü bir zamanda kalp krizi geçirdiğinizi düşünerek şimdi de büyük bir endişe içinde olabilirler. Bu normaldir. Kimi zaman başka türlü görünse de, onlar bu durumdan sizi gerçekten de sorumlu tutmaz.
Aile fertlerinin kendilerini suçlu hissetmeleri de çok görülen bir durumdur. Herhangi bir şey yaparak kalp krizi geçirmenize neden olduklarını düşünebilirler. Özellikle de genç kızlar ve delikanlılar böyle düşünür. Onlarla duyguları üzerine konuşun ve kalp krizlerinin, aniden patlak vermelerine rağmen uzun yıllar boyunca gelişen koşullar nedeniyle meydana geldiğine onları ikna edin.
KALP KRİZİ SONRASI YAŞAMIMIZDA NASIL DEĞİŞİKLİKLER YAPMALIYIZ?
Sigara içiyorsak terketmeliyiz,
Düzenli egzersiz yapmalıyız,
Tansiyonumuzu kontrol ettirmeliyiz,
Sağlıklı, az yağlı ve kilo yapmayan gıdaları, ihtiyacımız kadar tüketmeliyiz,
İlaçlarımızı düzenli kullanmalıyız.
CİNSEL YAŞAM KONUSUNDA NE YAPMALIYIZ?
Çoğu birey kalp krizi sonrası eski hayatındaki tempoda seks yapabilir. Eğer bu konuda bir sorununuz olursa doktorunuzla görüşmelisiniz. Eğer seksüel temas sırasında göğüs ağrınız olursa doktorunuza bu konuyu bildirmeniz gerekir. Bu cinsel hayatınızın bitmesi anlamına gelmez.
İŞE DÖNME KONSUNDA NE YAPMALISINIZ?
Çoğu birey bir ay içinde eski işine dönmektedir. Bu süreç kalbin gördüğü hasarın yaygınlığına bağlıdır. Bazı kişiler kalp krizi sonrası daha az yorucu işlere geçmeyi isteyebilir. Daha az yorucu işlere geçmeye kesin gereksinim olup olmadığının belirlenmesi için kardiyak rehabilitasyon ünitelerinin değerlendirilmesine ihtiyaç duyulabilir.
HANGİ TÜRDEN EGZERSİZLER YAPABİLİRİM?
Kalp krizinden sonraki iyileşme sürecinde olanlar, herhangi bir sorunla karşılaşmadan yürüyüş yapabilir, golf oynayabilir, balık tutabilir, yüzebilir ve benzer aktivitelerde bulunabilirler. Egzersiz yapmak gerçekten çok sağlıklı bir şeydir ve kalp hastalarının çoğunluğuna tavsiye edilebilir. Gene de sizin için doğru olan egzersiz miktarını doktorunuzla görüşmeden sakın egzersiz yapmayın. Çeşitli spor aletlerinde özel egzersizler yaptırarak test etmek suretiyle doktorunuz sizin için doğru olan egzersiz miktarını tayin eder.
YAĞSIZ REJİM NEDİR VE NİÇİN TAVSİYE EDİLMEKTEDİR?
Yağsız rejim yağdan, özellikle et, çok yağlı süt ürünleri ve doymuş yağlardan aldığımız kalorileri azaltmanıza yardımcı olacak bir yemek planıdır. Aynı zamanda yumurta sarısı, sakatat ve öteki hayvani gıdalardan aldığınız koleterolü de düşürecektir. Yağsız diyetin amacı kanınızdaki kolesterolü ve öteki yağlı maddeleri azaltmak ve böylece kalp krizi riskini düşürmektir. Yemek kaşığı başına iki gramdan daha az yağla yapılmış poli doymamış ve mono doymamış yağlar ve margarinler, tereyağı ve sertleşmiş margarinlerin yerine kullanılmaktadır. Bunun nedeni, doymamış yağların kandaki kolesterol düzeyini azaltmaya eğilimi olmasıdır.
BİR KALP KRİZİ GEÇİRDİM TEKRAR BİR KRİZ GEÇİRİR MİYİM?
Bu mutlaka olur denemez. Elbette hiç kimse bir kriz daha geçrip geçirmeyeceğinizi önceden bilemez. Ancak eğer doktorunuzun kilonuzla, diyetinizle, ilaçlarınızla, egzersizlerinizle ve dinlenmenizle ilgili tavsiyelerine uyarsanız daha rahat yaşarsınız, daha rahat yaşarsınız ve ilerideki krizlerden sakınma şansınız artar. Koroner hastalıklar üzerine yapılan araştırmalar her geçen gün kalp kriziyle ilgili yeni bulguları ortaya çıkarıyor. Koroner hastaların bugünkü durumu, yalnızca birkaç yıl öncesine oranla bile daha iyidir. Ve bu durum daha da iyileşecektir. Umutlu olmak için her türlü neden mevcuttur.
Geçen her gün, sizi daha güçlü ve daha hareketli yapar. Eskide kalan günler şimdikinden daha kötüdür. Kalp krizinin tek mağdurunun siz olmadığınızı hatırlayın. Kalp krizi geçiren çoğu şahsın şu anda tüm dünyada yoğun bir şekilde işlerine devam ettiğini unutmayın!
Kalp krizi sonrası çoğu kişi çok kötü hislere sahip olur. Bu hislerin gelişmesini anlamak kolaydır. En güzeli bu hisleri içimize atmayarak başkalarına anlatmaktır. Zamanla bu kötü hisler kaybolur.
AİLE FERTLERİ NELER HİSSEDER?
Büyük bir olasılıkla kalp kriziniz ailenizin fertleri üzerinde büyük bir duygusallık yaratmıştır. Bu doğal bir durumdur. Siz koroner yoğun bakım bölümündeyken, ailenizin fertleri mutlaka çok korkmuş olacaklardır. Kötü bir zamanda kalp krizi geçirdiğinizi düşünerek şimdi de büyük bir endişe içinde olabilirler. Bu normaldir. Kimi zaman başka türlü görünse de, onlar bu durumdan sizi gerçekten de sorumlu tutmaz.
Aile fertlerinin kendilerini suçlu hissetmeleri de çok görülen bir durumdur. Herhangi bir şey yaparak kalp krizi geçirmenize neden olduklarını düşünebilirler. Özellikle de genç kızlar ve delikanlılar böyle düşünür. Onlarla duyguları üzerine konuşun ve kalp krizlerinin, aniden patlak vermelerine rağmen uzun yıllar boyunca gelişen koşullar nedeniyle meydana geldiğine onları ikna edin.
KALP KRİZİ SONRASI YAŞAMIMIZDA NASIL DEĞİŞİKLİKLER YAPMALIYIZ?
Sigara içiyorsak terketmeliyiz,
Düzenli egzersiz yapmalıyız,
Tansiyonumuzu kontrol ettirmeliyiz,
Sağlıklı, az yağlı ve kilo yapmayan gıdaları, ihtiyacımız kadar tüketmeliyiz,
İlaçlarımızı düzenli kullanmalıyız.
CİNSEL YAŞAM KONUSUNDA NE YAPMALIYIZ?
Çoğu birey kalp krizi sonrası eski hayatındaki tempoda seks yapabilir. Eğer bu konuda bir sorununuz olursa doktorunuzla görüşmelisiniz. Eğer seksüel temas sırasında göğüs ağrınız olursa doktorunuza bu konuyu bildirmeniz gerekir. Bu cinsel hayatınızın bitmesi anlamına gelmez.
İŞE DÖNME KONSUNDA NE YAPMALISINIZ?
Çoğu birey bir ay içinde eski işine dönmektedir. Bu süreç kalbin gördüğü hasarın yaygınlığına bağlıdır. Bazı kişiler kalp krizi sonrası daha az yorucu işlere geçmeyi isteyebilir. Daha az yorucu işlere geçmeye kesin gereksinim olup olmadığının belirlenmesi için kardiyak rehabilitasyon ünitelerinin değerlendirilmesine ihtiyaç duyulabilir.
HANGİ TÜRDEN EGZERSİZLER YAPABİLİRİM?
Kalp krizinden sonraki iyileşme sürecinde olanlar, herhangi bir sorunla karşılaşmadan yürüyüş yapabilir, golf oynayabilir, balık tutabilir, yüzebilir ve benzer aktivitelerde bulunabilirler. Egzersiz yapmak gerçekten çok sağlıklı bir şeydir ve kalp hastalarının çoğunluğuna tavsiye edilebilir. Gene de sizin için doğru olan egzersiz miktarını doktorunuzla görüşmeden sakın egzersiz yapmayın. Çeşitli spor aletlerinde özel egzersizler yaptırarak test etmek suretiyle doktorunuz sizin için doğru olan egzersiz miktarını tayin eder.
YAĞSIZ REJİM NEDİR VE NİÇİN TAVSİYE EDİLMEKTEDİR?
Yağsız rejim yağdan, özellikle et, çok yağlı süt ürünleri ve doymuş yağlardan aldığımız kalorileri azaltmanıza yardımcı olacak bir yemek planıdır. Aynı zamanda yumurta sarısı, sakatat ve öteki hayvani gıdalardan aldığınız koleterolü de düşürecektir. Yağsız diyetin amacı kanınızdaki kolesterolü ve öteki yağlı maddeleri azaltmak ve böylece kalp krizi riskini düşürmektir. Yemek kaşığı başına iki gramdan daha az yağla yapılmış poli doymamış ve mono doymamış yağlar ve margarinler, tereyağı ve sertleşmiş margarinlerin yerine kullanılmaktadır. Bunun nedeni, doymamış yağların kandaki kolesterol düzeyini azaltmaya eğilimi olmasıdır.
BİR KALP KRİZİ GEÇİRDİM TEKRAR BİR KRİZ GEÇİRİR MİYİM?
Bu mutlaka olur denemez. Elbette hiç kimse bir kriz daha geçrip geçirmeyeceğinizi önceden bilemez. Ancak eğer doktorunuzun kilonuzla, diyetinizle, ilaçlarınızla, egzersizlerinizle ve dinlenmenizle ilgili tavsiyelerine uyarsanız daha rahat yaşarsınız, daha rahat yaşarsınız ve ilerideki krizlerden sakınma şansınız artar. Koroner hastalıklar üzerine yapılan araştırmalar her geçen gün kalp kriziyle ilgili yeni bulguları ortaya çıkarıyor. Koroner hastaların bugünkü durumu, yalnızca birkaç yıl öncesine oranla bile daha iyidir. Ve bu durum daha da iyileşecektir. Umutlu olmak için her türlü neden mevcuttur.
İlk Yardım
İlkyardım uygulamalarının öncelik sırasıyla üç temel amacı vardır;
1-) Yaşamı kurtarmak ve sürdürülmesini sağlamak
2-) Durumun kötüleşmesini önlemek,
3-) Olanaklar ölçüsünde iyileşmeyi kolaylaştırmak.
Yaşamı korumak ve sürdürülmesini sağlamak için ilkyardımcı;
İlkyardımın ABC'sini uygular
A-)Solunum yolunu açar;
B-) Solunumu sağlar,
C-) Dolaşımı sağlar
Bir insanın soluk yollarında bir tıkanma olması, kendiliğinden soluk alıp vermenin bozulması, kalbinin durup damarlarındaki kan akışının kesilmesi dakikalar içinde ölüme neden olacaktır. Bu nedenle, yaşamın devamın sağlayacak bu üç girişim ilkyardımın ilk ve en önemli maddeleridir. Bu nedenle ilkyardımın ABC ‘si olarak adlandırılıdr.
İlkyardımın ikinci ve üçüncü amacına ulaşmak üzere ilkyardımcı;
Kanamayı durdurur,
Gerekli sargıları yapar,
Kırık ve çıkıkları hareketsiz hale getirir,
Kazazedeyi durumuna uygun pozisyona getirir.
* Bu yayın Ankara Tabip Odası İlkyardım Eğitimi Komisyonu İlkyardım Eğitimi Kursu Ders Notlarından Alınmışır
1-) Yaşamı kurtarmak ve sürdürülmesini sağlamak
2-) Durumun kötüleşmesini önlemek,
3-) Olanaklar ölçüsünde iyileşmeyi kolaylaştırmak.
Yaşamı korumak ve sürdürülmesini sağlamak için ilkyardımcı;
İlkyardımın ABC'sini uygular
A-)Solunum yolunu açar;
B-) Solunumu sağlar,
C-) Dolaşımı sağlar
Bir insanın soluk yollarında bir tıkanma olması, kendiliğinden soluk alıp vermenin bozulması, kalbinin durup damarlarındaki kan akışının kesilmesi dakikalar içinde ölüme neden olacaktır. Bu nedenle, yaşamın devamın sağlayacak bu üç girişim ilkyardımın ilk ve en önemli maddeleridir. Bu nedenle ilkyardımın ABC ‘si olarak adlandırılıdr.
İlkyardımın ikinci ve üçüncü amacına ulaşmak üzere ilkyardımcı;
Kanamayı durdurur,
Gerekli sargıları yapar,
Kırık ve çıkıkları hareketsiz hale getirir,
Kazazedeyi durumuna uygun pozisyona getirir.
* Bu yayın Ankara Tabip Odası İlkyardım Eğitimi Komisyonu İlkyardım Eğitimi Kursu Ders Notlarından Alınmışır
Sınav Kaygısı ve Başa Çıkma Yöntemleri
Hazırlayan :Uzm. Psk. Aylin İlden Koçkar
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölümü
Sınav Kaygısı Nedir?
Beklenen sınavlardan kaynaklanan stresin doğurduğu karmaşık fizyolojik ve duygusal tepkilerdir.
Sınav Kaygısının Nedenleri Nelerdir?
Kötü çalışma alışkanlıkları,
Yüksek beklenti düzeyi,
Mükemmeliyetçi yaklaşım,
Görev ve sorumlulukları erteleme,
Başarısız olma ve değerlendirilme korkusu vs.
Sınav Kaygısının Fiziksel Belirtileri
Kalp çarpıntısı,
Hızlı nefes alıp-verme,
Nefes darlığı,
Terleme ve/veya titreme,
Mide şikayetleri,
Karın ağrısı,
Bağırsak hareketlerinde değişme (ishal-kabızlık),
Organize olamama,
Başağrısı,
Baş dönmesi,
Huzursuz uyku, kabus görme, aşırı uyku veya uykusuzluk,
Konsantrasyon bozuklukları,
Yorgunluk belirtileri,
Yeme alışkanlıklarında değişme.
Sınav Kaygısının Duygusal Belirtileri
Gerçeklik hissinin kaybolması,
Kontrolün kaybedileceği hissi,
Endişe,
Huzursuzluk,
Güvensizlik,
Çaresizlik,
Öfke-Kızgınlık,
Korku,
Ümitsizlik,
Hayalkırıklığı,
Mutsuzluk,
Tedirginlik.
Sınav Kaygısı ile Başa Çıkma Yöntemleri
Çalışmaları ertelememek
Çalışmaktan kaçınmamak
Gerçekçi beklentilerin olması
Başarısız olunacağı inancının değerlendirilerek gerçekçi inançlarla yer değiştirilmesi
Sınavlardan Önce Yapılabilecekler
Beslenme ve uykunuza dikkat edin,
Sınav çalışmalarınızı son geceye bırakmayın,
Kapsamlı sınavlardan en az üç gün önce yeni bilgiler edinmeye çalışmayın, sadece tekrar yapın,
Beklentilerinizi değerlendirin ve gerçekçi olmalarına dikkat edin.
Buradaki tüm öneriler kendi-kendinize uygulayabilmeniz için geliştirilmiştir. Sınav kaygısının hayatınızı uyguladığınız tüm yöntemlere rağmen hala olumsuz bir şekilde etkilediğini düşünüyorsanız bir uzmana başvurmalı ve uygun biçimde nasıl başa çıkabileceğinizi terapi yoluyla öğrenmelisiniz. Unutmayın her birey kendine özgüdür ve her bireyin başa çıkma yöntemleri de bireye özgü olmalıdır, bu anlamda uzmanınızla birlikte çalışmalı ve size uygun olan başa çıkma yöntemlerini bulmalısınız.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Bölümü
Sınav Kaygısı Nedir?
Beklenen sınavlardan kaynaklanan stresin doğurduğu karmaşık fizyolojik ve duygusal tepkilerdir.
Sınav Kaygısının Nedenleri Nelerdir?
Kötü çalışma alışkanlıkları,
Yüksek beklenti düzeyi,
Mükemmeliyetçi yaklaşım,
Görev ve sorumlulukları erteleme,
Başarısız olma ve değerlendirilme korkusu vs.
Sınav Kaygısının Fiziksel Belirtileri
Kalp çarpıntısı,
Hızlı nefes alıp-verme,
Nefes darlığı,
Terleme ve/veya titreme,
Mide şikayetleri,
Karın ağrısı,
Bağırsak hareketlerinde değişme (ishal-kabızlık),
Organize olamama,
Başağrısı,
Baş dönmesi,
Huzursuz uyku, kabus görme, aşırı uyku veya uykusuzluk,
Konsantrasyon bozuklukları,
Yorgunluk belirtileri,
Yeme alışkanlıklarında değişme.
Sınav Kaygısının Duygusal Belirtileri
Gerçeklik hissinin kaybolması,
Kontrolün kaybedileceği hissi,
Endişe,
Huzursuzluk,
Güvensizlik,
Çaresizlik,
Öfke-Kızgınlık,
Korku,
Ümitsizlik,
Hayalkırıklığı,
Mutsuzluk,
Tedirginlik.
Sınav Kaygısı ile Başa Çıkma Yöntemleri
Çalışmaları ertelememek
Çalışmaktan kaçınmamak
Gerçekçi beklentilerin olması
Başarısız olunacağı inancının değerlendirilerek gerçekçi inançlarla yer değiştirilmesi
Sınavlardan Önce Yapılabilecekler
Beslenme ve uykunuza dikkat edin,
Sınav çalışmalarınızı son geceye bırakmayın,
Kapsamlı sınavlardan en az üç gün önce yeni bilgiler edinmeye çalışmayın, sadece tekrar yapın,
Beklentilerinizi değerlendirin ve gerçekçi olmalarına dikkat edin.
Buradaki tüm öneriler kendi-kendinize uygulayabilmeniz için geliştirilmiştir. Sınav kaygısının hayatınızı uyguladığınız tüm yöntemlere rağmen hala olumsuz bir şekilde etkilediğini düşünüyorsanız bir uzmana başvurmalı ve uygun biçimde nasıl başa çıkabileceğinizi terapi yoluyla öğrenmelisiniz. Unutmayın her birey kendine özgüdür ve her bireyin başa çıkma yöntemleri de bireye özgü olmalıdır, bu anlamda uzmanınızla birlikte çalışmalı ve size uygun olan başa çıkma yöntemlerini bulmalısınız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)